2 Şubat 2021 Salı

Kutsallarımız ve tanımlanamazlıklarının yarattığı ontolojik ve etik sorunlar ya da: “Bana nereye bakacağımı sen söyleyemezsin salak!” diyememenin iç sıkıntısı

 


Kutsal, tapılacak ya da uğrunda ölünecek ölçüde sevilen ya da dini bir saygının nesnesi anlamına gelen dolayısıyla dar anlamıyla teolojik, geniş anlamıyla ideolojik anlamda kullanılan bir sözcüktür. Bu bakımdan kendimin rahatlıkla kutsalsız olduğunu iddia edebilirim.  Sevdiğim, hayranı olduğum, onayladığım varlığı varlığıma anlam katan fikirler, inançlar, nesneler ve zihinler olmakla birlikte hiçbirinin mutlak bir saygıya layık olduğunu ya da uğrunda ölünebilecek kadar değerli olduğunu düşünmüyorum. Biliyorum ki fikirler, inançlar var oluşumuzun bir parçası değildir çünkü değişebilirler. Bir şey için yaşamayı, bir şey uğruna ölmeye tercih ederim.

Girişte yaptığım tanım yalnızca kutsal’ın ontolojisi açısından önemli değildir zira tanımın kendisi, kendisi olmak bakımından kavramın içeriğine getirdiği sınırlamayla da bir varlık alanı kurar. Bir kavramı tanımlamak, ona sınır çizmektir; kavramın içinde olanları sınırın içine almak, kavrama ait olmayanları sınırın dışında bırakmaktır. Bu nedenle tanımlanmamış kavramlarla yani sınırı çizilmemiş kavramlarla düşünmek, onları kullanarak müzakere etmek mümkün değildir. Günlük ucuz ve boş politik çekişmeler içi böyle boş, tanımı yapılmamış, sınırlanmamış, diğerlerinden ayrıştırılmamış kavramlarla doludur: vatan haini, terörist, milli ve manevi değerler bunlardan en boş olanlarıdır. İçlerine ne kadar çok şey tıkıştırırsanız tıkıştırın daha alacak yerleri vardır. Beri yandan öyle büyük bir boşluk, yokluk ve hiçliktirler ki siz içini neyle doldurursanız doldurun görülmez bir genişlemeyle anlamszılaşmaya devam edeceklerdir.

Bir savcı iddianamesine -kendi başıma geldiği için biliyorum- “peygamberimiz”, “dini değerlerimiz”, “manevi değerlerimiz” yazamaz. Çünkü savcı “biz” dediği bir kitlenin temsilcisi değil, “ötekiler”i de içine alması gereken hukukun temsilcisi olmalıdır. Savcının neye inandığı bizim hiç umurumuzda olmamalıdır çünkü savcı bizim inançta muarızımız konumunda değildir. “İnancımız”, “dinimiz”, “peygamberimiz” yazmış bir savcı, bu mütalaayı kabul etmiş bir yargıç hükmü a priori olarak sanık aleyhine kurmuş demektir. Savcının görevi bir inancı savunmak ya da korumak değil, inancın mensuplarının o inancı yaşarken ve savunurken haklarının ihlal edilmesine engel olmaktır. Hepsi bu.

Neye inandığınız tamamen sizin sorununuzdur, özel alanınızdır. Doğru ve yanlışa karar verme yetiniz geliştiyse, eylemlerinizin sonuçlarını üstlenebilecek durumdaysanız, başka inşalara -ve tabii canlılara- zarar vermeden istediğiniz şeyi yapabilmelisiniz. Basit, açık, anlaşılır bir ahlak ilkesidir bu. 

Bir dine inanıyor olmanız genellikle gereksiz ama gene genellikle iyi bir şeydir. Bununla birlikte başkalarının da sizin gibi inanması, davranması ya da sizin kutsal kabul ettiklerinize aynı biçim ve ölçüde saygı göstermesini talep etmeniz en hafif tabiriyle aptallıktır. Sizin için “öyle” olması; sizin sayıca “çoğunluk” olmanız; sizin kendinizi “ötekiler”in hâkimi ya da üstünü olarak görmeniz haklı olduğunuz anlamına gelmemektedir. “Kuran’da böyle yazıyor” bir tartışma argümanı değildir. Kuran’ın ne dediği sadece Kuran’ın hükümlerine inananları bağlar. Dünya’nın geri kalanı bunlara uymak, inanmak kayıtsız şartsız kabul etmek zorunda değildir. Haaa, derseniz ki “kutsalıma saygı göster” o zaman kutsalınızın çizgisini net çizeceksiniz. Her şeyi kutsal haline getiriseniz, kimseye hareket alanı bırakmazsınız. O zaman da doğaları gereği hareket edecek insanlar, sizin belirsiz sınırlarınızı ihlal ettiğinizde şikâyet etmeye hakkınız yoktur. Sizin her kutsalınız sizi bağlar. Sınırı çizilmemiş, tanımlanmamış kutsal, kutsal değil, yeri geldiğinde kullanılmaya hazırlanmış dolu bir silahtır. Sınırı çizilmemiş kutsallar kutsal olmaktan çıkar.

İnsanlar insanların fikirleriyle tartışır, Allah kelamı dediğiniz anda konuşma zemini ortadan kalkar, savaş alanı olur. Üstelik kendinizi ne kadar haklı görürseniz görün, bu haksız savaşın başlatıcısı, sorumlusu ve celladı siz olursunuz.

Siz hoşlanmıyorsanız, günah olduğunu düşünüyorsanız yapmazsınız olur biter ama bunu başkalarına bir yaşam pratiği olarak dayatmaya hakkınız yoktur. Kürtaja karşı mısınız?  O zaman seks yaparken korunursunuz, böylece siz de partneriniz de böyle bir sorun yaşamamış olur. Bu kadar basit. İnsanların hemcinslerine âşık olması, onlarla sevişmesi sizi rahatsız mı ediyor? O zaman siz hemcinslerinize âşık olmaz, onlarla sevişmezsiniz, olur biter. Erkeklerin makyaj yapması, kadın giysisi giymesi sizi rahatsız mı ediyor? Eğer erkekseniz makyaj yapmaz ve kadın giysisi giymezsiniz olur biter. Kadınsanız başınızı çevirip öteki tarafa bakmanız çok daha kolay olacaktır.

Kutsallarınızı başkalarının vajinaları, anüsleri ya da penislerinin üzerine inşa ettiyseniz, ıslaklık ve kokudan şikayet etmeye hakkınız yoktur.