23 Nisan 2018 Pazartesi

"Çocukluk, bir insanın anavatanıdır" Epiktetos


Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu bir yetişkin olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır. Çünkü yurdu, yeri olmayanın huzuru, erinci, verimi, derimi olmaz. Mutlu bir çocukluk gelecekte karşılaşılacak her türlü güçlüğün karşısında esnek bir kalkan olacaktır.

Bir toplumun da en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır. Çünkü çocuklar yalnızca aile içinde büyümezler. Hanede gördükleri kadar hariçte gördüklerini de belleklerinde kayıt altına alınır. O kayıtlar onların benliğini, çocukların benliği de o toplumun gerçekliğini oluşturur.

Yapabileceğimiz yegane yetişkinlik verebileceğimizi ama aynı zamanda vermemiz gerektiği kadar vermek ve kendi yollarında ilerlerken her daim arkalarında olduğumuzu hissettirmektir.

Çocuklar anne babalarına ya da topluma değil, yalnızca hayata aittir. Çocukluğunuzun gözlerinden öperim..

11 Nisan 2018 Çarşamba

Dindar mısınız yoksa ahlaklı mı?

Başlık rahatsız edici değil mi? Sanki birisi olmak diğerini zorunlu olarak dışlaması gerekirmiş gibi bir anlam veriyor. Oysa günlük pratikte sıklıkla rastlanan bir klişenin özeti.

Klasik düşünce yapısı, Ortaçağ'dan taşıdığı düşünce geleneğiyle bize, dindarlığın aynı zamanda iyi ahlak sahibi olmayı gerektirdiği söyler. Çünkü, özellikle ve öncelikle tek tanrılı dinler aynı zamanda ahlaki öğretiler de sunarlar ki bu öğretilerin çoğu aynı zamanda din-dışı öğretiler tarafından da kabul edilir buyruklarıdır: öldürme, çalma, yalan söyleme.. Ancak tarih bize dinlerin ahlakı bir ölçüde tesis edebildiğini, bir noktadan sonra iş görmediğini göstermiştir. Hatta daha da ileri gidersek, pek çok ahlaksızlık kendisine dindarlık elbisesi altında sıcak bir beden bulmuştur diyebiliriz.

Kant'tan beri biliyoruz ki inanç ve ahlak birbirini ne gerektiren ne de dışlayan iki kategoridir. İnanç tamamen kişisel bir duygunun, bir aydınlanmanın yaşanmasıdır. Kaldı ki dinsel inanç, inancın olsa olsa bir türüdür zira kanıta ihtiyaç duymadan taşınan her bağlılık dinsel olmak zorunda değildir. Bazen din dışı öğreti ya da ideolojilere inanıldığı da olur. Üstelik bu ideolojilerin bazıları da gayet ciddi etik öğretiler önerebilirler: meslek ahlakı ya da devrimci ahlak ya da bilim ahlakı tamamen din dışı kaynaklardan beslenerek güçlenebilir.

Cami kapısında, namaz çıkışı yoldan geçen kadınların bedenlerini süzen hacı amcalar, anlı seccadeden kalkmayan ama eksik tartan mütedeyyin küçük esnaf, çocukları taciz eden Katolik Kilisesi mensubu papazlar, Müslüman komşularını kılıçtan geçiren Budist rahipler.. Örnek üstüne örnek eklemek mümkün.. Beri yandan Tehcire gönderilen Ermeni komşularının çocuklarını saklayan Müslüman komşular, ölen sokak köpeğinin başında ağlayan ateist kadın, Müslüman komşuları güvenle namaz kılsın diye cami çevresinde güvenlik çemberi oluşturan Protestan Almanlar.. Demek ki ahlak, Tanrıyla ilişkilerimizden çok kendimizle ilişkimizden kaynaklı..

İnsanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen ilkeler inançtan değil, ahlaktan gelir. İnanç ne kadar kişiselse, ahlak o kadar toplumsaldır. Bu nedenle insanları değerlendirirken inançları, inançlarına bağlılık ve tutarlılıklarından çok ahlaki edimlerini dikkate almayı öneriyorum. İnanmak, hiç kuşkusuz ki bir çok insanı, olduğundan daha iyi olmaya yöneltebilir ama iyi insan olmamız konusunda verilecek yargılar, neye inandığımızdan çok, nasıl davrandığımızla ilgili olacaktır. 

Birini seçmek, diğerinden korunmamızı sağlar mı? Sağlamaz.. Ahlaklı günler dilerim..