25 Haziran 2018 Pazartesi

DEMOKRASİ BİR YÖNETİM BİÇİMİ DEĞİLDİR, ÖYLE OLSAYDI NEYSE PARASI VERİP İTHAL EDERDİK.




Demokrasi, genellikle ders kitaplarında ve günlük hayatın klişe konuşmaları içinde bir yönetim biçimi olarak anlam bulur. Oysa basitçe bir yönetim biçimi değil bir yaşam biçimi, başka insanlarla ilişkilerimizi düzenleyen bir “öğrenilmiş refleksler” sistemidir. Temelinde ahlak vardır. Yani her koşulda aynı biçimde kullanacağınız sağlam ilkeleriniz olmalıdır. Kuşkusuz siyasi rejimlerin belli ölçülerde demokratik tarafları vardır; yine kuşkusuz yaşamımızın belli noktalarında birlikte yaşadığımız insanların kararlarının bizim yaşamımızı bağlayan yönleri vardır ancak bu demokrat olduğumuz, yaşam biçimimizin de demokratik olduğu anlamına gelmemektedir.

Demokrasinin bir yönetim biçimi olarak düşünülmesi yanılgısının en temel nedenlerinden birisi, belli periyotlarda yapılan yönetici seçimleridir. Oysa yine bilmekteyiz ki bir rejimde seçim olması o sistemi demokratik yapmamakta; bir iddianın oylanmasının sonuçları demokrasinin temeli olmamaktadır. Örneğin Dünya politik tarihinde %99,9 oyla seçilen monarklar olduğu gibi, yine örneğin hiçbir seçime gidilmeden, kolektif aklın bir noktadan sonra kendiliğinden sorunsuzca kabul ettiği, örneğin cinsel eğilim hakları gibi iddialar da vardır.

Demokrasi bir yaşam biçimidir. Evde başlar, seçim sandığı başında değil. Evin egemeninin, kızı ve oğlu arasında yaptığı uygulamalarda kendini gösterir. Kendisi için hak gördüğünü “öteki” için de sorunsuzca hak görme ahlakıdır. Oğlu için hak gördüğünü kızı için hak görmeyen ebeveyn, seçim sandığına giden bir seçmen olabilir ama seçim üreten bir birey değildir. Kadın işleri ya da erkek işlerinden, kadınların iffetinden, kızların kendilerini erkeklerden koruması gerektiğinden söz edilen ailelerden demokratik bir yaşam biçimi çıkmasını beklemek, tekeden süt sağmaktan daha verimli değildir. Mesele basitçe seçim yapmak değil, değişen ihtiyaçlar ya da durumlar karşısında seçenek üretme becerisidir. Bu da aklın özgürce kullanımı ve bilinç konusuna götürür bizi.

Yaygın bir biçimde demokrasinin ulaştığı en üst düzey olarak kabul gören İskandinav sistemlerine baktığımızda eğitim, ekonomi ve hukuka ilişkin sorunların büyük ölçüde çözülmüş olduğunu görürüz. (Bu çözümlere ne pahasına ulaştıkları bir başka tartışma konusudur ve amaca hizmet etmeyeceği için tarafımdan ihmal edilecektir) Demokrasi şu üçüne ihtiyaç duyar: eğitimli yurttaşlar, gelir dağılımında adalet ve sistemin işlediğini gösteren hukuk kuralları. Bunların eksik ya da kusurlu olduğu ya da olmadığı durumlarda demokrasi sandığa gidip oy kullanmaktan öteye gitmez.

Demokrasi bir bilinç işidir, okuduğunu anlamayan, ana dilinde yazmayı beceremeyen insanlarla demokrasi inşa edilmez. Demokrasi bir hakça bölüşüm işidir, temelinde de ahlak vardır. Yazlığı, kışlığı, bağı bahçesi, evdeki fert başına düşen SUW’si olup duvarında imzalı bir resim, cüzdanında müze kartı, salonunda kütüphanesi olmayanların demokrasisi olmaz. Demokrasi bir güven sistemidir, temelinde haklı ile haksızın ayırt edileceğine duyulan inanç vardır. Günün birinde bir yerden kendisine de avanta düşeceği beklentisiyle tüm adaletsizliklere boyun eğenlerle seçim olur ama demokrasi olmaz.

Demokrasinin mucidi ve ilk uygulayıcısı olan İyonlar ve Atinalılar demokrasiyi yalnızca özgür yurttaşların hakkı olarak görürdü. Kendilerince haklıydılar, demokrasi eğitim ve serveti olana yarayan bir sistemdi.  Ortaya çıktığı İyonya’nın tarihsel, kültürel ve ekonomik momenti bize şunu gösteriyordu ki kaybedecek şeyleri olanlar demokrasiye ihtiyaç duyuyordu. Aynı dönemde var olan hatta çoğu İyon sitelerinden çok daha büyük servet ve güce sahip diğer Antik uygarlıklar, demokrasiye zerrece ihtiyaç duymamıştı çünkü yöneten sınıf dışında kimsenin kaybedecek bir serveti yoktu.

Totaliter batı demokrasilerine baktığımızda, İyonlar’ın asla aklına gelmeyecek deneyimlerden geçerek modern devleti kurmak zorunda kaldıklarını görürüz. Demokrasiyi demokratik yöntemlerle başa geldikten sonra ortadan kaldıran işler gördükleri için bundan sonrasına izin vermeyecek refleksleri geliştirmişler. Ondandır ki Faşist partiler Almanya, Avusturya ya da Fransa’da yüksek oylar alsalar da iktidarın bileşeni olamazlar. Sistemler kendilerini koruma gücünü, varlıklarını yitire yitire edinmişlerdir. Henüz kaybedecek şeyleri olduğunu idrak etmemiş bireylerle değil İskandinav, Akdeniz-Latin tipi demokrasi bile olmaz.

Demokrasi bir reflekstir. Kendisini “öteki”ne gösterdiğin tavırda belli eder. Heteroseksüelin homoseksüele, dindarın dinsize, sağcının solcuya, erkeğin kadına, varsılın yoksula, egemenin yönetilene karşı tavrında saklıdır. Kazanana geri zekalı ya da cahil diyenle demokrasi olmaz. Kaybedene sırf muhalefet ettiği için “vatan haini” diyenle demokrasi olmaz. Demokrasi bir rejim değil, sindirim biçimidir. Sindiremeyenle demokrasi olmaz. Baktınız sindiremiyorsunuz, yemeyin. Sonrası kabızlık olur, o da tatsızdır.

Hayırlı Orta Çağ’lar dilerim sevgili Atinalılar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder