Demokrasi, genellikle ders kitaplarında ve günlük hayatın
klişe konuşmaları içinde bir yönetim biçimi olarak anlam bulur. Oysa basitçe
bir yönetim biçimi değil bir yaşam biçimi, başka insanlarla ilişkilerimizi düzenleyen
bir “öğrenilmiş refleksler” sistemidir. Temelinde ahlak vardır. Yani her koşulda aynı biçimde kullanacağınız sağlam ilkeleriniz olmalıdır. Kuşkusuz siyasi rejimlerin belli
ölçülerde demokratik tarafları vardır; yine kuşkusuz yaşamımızın belli
noktalarında birlikte yaşadığımız insanların kararlarının bizim yaşamımızı
bağlayan yönleri vardır ancak bu demokrat olduğumuz, yaşam biçimimizin de
demokratik olduğu anlamına gelmemektedir.
Demokrasinin bir yönetim biçimi olarak düşünülmesi
yanılgısının en temel nedenlerinden birisi, belli periyotlarda yapılan yönetici
seçimleridir. Oysa yine bilmekteyiz ki bir rejimde seçim olması o sistemi demokratik
yapmamakta; bir iddianın oylanmasının sonuçları demokrasinin temeli olmamaktadır.
Örneğin Dünya politik tarihinde %99,9 oyla seçilen monarklar olduğu gibi, yine
örneğin hiçbir seçime gidilmeden, kolektif aklın bir noktadan sonra
kendiliğinden sorunsuzca kabul ettiği, örneğin cinsel eğilim hakları gibi
iddialar da vardır.
Demokrasi bir yaşam biçimidir. Evde başlar, seçim sandığı
başında değil. Evin egemeninin, kızı ve oğlu arasında yaptığı uygulamalarda
kendini gösterir. Kendisi için hak gördüğünü “öteki” için de sorunsuzca hak
görme ahlakıdır. Oğlu için hak gördüğünü kızı için hak görmeyen ebeveyn, seçim
sandığına giden bir seçmen olabilir ama seçim üreten bir birey değildir. Kadın
işleri ya da erkek işlerinden, kadınların iffetinden, kızların kendilerini
erkeklerden koruması gerektiğinden söz edilen ailelerden demokratik bir yaşam
biçimi çıkmasını beklemek, tekeden süt sağmaktan daha verimli değildir. Mesele
basitçe seçim yapmak değil, değişen ihtiyaçlar ya da durumlar karşısında seçenek
üretme becerisidir. Bu da aklın özgürce kullanımı ve bilinç konusuna götürür
bizi.
Yaygın bir biçimde demokrasinin ulaştığı en üst düzey olarak
kabul gören İskandinav sistemlerine baktığımızda eğitim, ekonomi ve hukuka
ilişkin sorunların büyük ölçüde çözülmüş olduğunu görürüz. (Bu çözümlere ne
pahasına ulaştıkları bir başka tartışma konusudur ve amaca hizmet etmeyeceği
için tarafımdan ihmal edilecektir) Demokrasi şu üçüne ihtiyaç duyar: eğitimli yurttaşlar,
gelir dağılımında adalet ve sistemin işlediğini gösteren hukuk kuralları. Bunların
eksik ya da kusurlu olduğu ya da olmadığı durumlarda demokrasi sandığa gidip oy
kullanmaktan öteye gitmez.
Demokrasi bir bilinç işidir, okuduğunu anlamayan, ana
dilinde yazmayı beceremeyen insanlarla demokrasi inşa edilmez. Demokrasi bir
hakça bölüşüm işidir, temelinde de ahlak vardır. Yazlığı, kışlığı, bağı bahçesi,
evdeki fert başına düşen SUW’si olup duvarında imzalı bir resim, cüzdanında
müze kartı, salonunda kütüphanesi olmayanların demokrasisi olmaz. Demokrasi bir
güven sistemidir, temelinde haklı ile haksızın ayırt edileceğine duyulan inanç
vardır. Günün birinde bir yerden kendisine de avanta düşeceği beklentisiyle tüm
adaletsizliklere boyun eğenlerle seçim olur ama demokrasi olmaz.
Demokrasinin mucidi ve ilk uygulayıcısı olan İyonlar ve
Atinalılar demokrasiyi yalnızca özgür yurttaşların hakkı olarak görürdü.
Kendilerince haklıydılar, demokrasi eğitim ve serveti olana yarayan bir
sistemdi. Ortaya çıktığı İyonya’nın tarihsel,
kültürel ve ekonomik momenti bize şunu gösteriyordu ki kaybedecek şeyleri
olanlar demokrasiye ihtiyaç duyuyordu. Aynı dönemde var olan hatta çoğu İyon
sitelerinden çok daha büyük servet ve güce sahip diğer Antik uygarlıklar,
demokrasiye zerrece ihtiyaç duymamıştı çünkü yöneten sınıf dışında kimsenin
kaybedecek bir serveti yoktu.
Totaliter batı demokrasilerine
baktığımızda, İyonlar’ın asla aklına gelmeyecek deneyimlerden geçerek modern
devleti kurmak zorunda kaldıklarını görürüz. Demokrasiyi demokratik yöntemlerle
başa geldikten sonra ortadan kaldıran işler gördükleri için bundan sonrasına
izin vermeyecek refleksleri geliştirmişler. Ondandır ki Faşist partiler Almanya,
Avusturya ya da Fransa’da yüksek oylar alsalar da iktidarın bileşeni olamazlar.
Sistemler kendilerini koruma gücünü, varlıklarını yitire yitire edinmişlerdir. Henüz
kaybedecek şeyleri olduğunu idrak etmemiş bireylerle değil İskandinav,
Akdeniz-Latin tipi demokrasi bile olmaz.
Demokrasi bir reflekstir. Kendisini “öteki”ne gösterdiğin
tavırda belli eder. Heteroseksüelin homoseksüele, dindarın dinsize, sağcının
solcuya, erkeğin kadına, varsılın yoksula, egemenin yönetilene karşı tavrında
saklıdır. Kazanana geri zekalı ya da cahil diyenle demokrasi olmaz. Kaybedene sırf
muhalefet ettiği için “vatan haini” diyenle demokrasi olmaz. Demokrasi bir
rejim değil, sindirim biçimidir. Sindiremeyenle demokrasi olmaz. Baktınız
sindiremiyorsunuz, yemeyin. Sonrası kabızlık olur, o da tatsızdır.
Hayırlı Orta Çağ’lar dilerim sevgili Atinalılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder