14 Haziran 2019 Cuma

Seni seviyorum demenin deNişik yolları- Volüm 235:

Valide Sultan, yaprak düştüğü için günde dört kez yıkadığı bahçeyi belki toz değmiştir diye beşinci kez yıkarken ufak bir kaza geçirmiş ve el bileğinin üzerine düşüp incitmiş. Neyse ki kırık, çıkık, çatlak yok. Bilekten çok gurur incinmiş durumda.
Kazayı ufak bir ağrı ve evlatlardan gelen "bir dahaki sefere sandalye tepesinde kornişlerin tozunu alırken de aynı performansı bekliyoruz" minvalli destekten uzak sözün yarattığı sessizlikle atlatmış durumda.
Buraya kadarki kısım her yurdum evladının anne ve babasında görebileceği tipik "bana bir şey" olmaz cümlesinin arkasına saklanan yaşlanmadığını kendine ispat hali. Benim açımdan güzel olan kısmı, olayın birinci dereceden görgü tanığı ve müdahili olan babamın, annemi ne kadar sevdiği ve değer verdiğini kendi benciliği içinde ifade ettiği "beni çok korkuttun. Bir daha böyle tehlikeli işler yapma. Benden önce de öleyim deme." cümlesi oldu.
Buradan da anlıyoruz ki baba-kız birbirimize sandığımdan çok daha fazla benziyoruz. Mesela ben de sevgimi "gerisıkalı" diyerek göstermeyi tercih ediyorum.

7 Haziran 2019 Cuma

Rum Pontus ya da kim var imiş biz burada yoğ iken?



Rum sözcüğü köken olarak Roma yani Roma İmparatorluğu bakiyesinden gelenler için kullanılan bir terimdir. Mesela Araplar Rumî sözcüğünü İmparatorluk coğrafyalarında yaşayan ve Arap olmayan Müslümanlar için kullanırdı. Özellikle Farslar ve Türkler için. Örneğin, Mevlana Celaleddin-i Rumi Rum yani Roma diyarında yaşadığı için bu unvanla anılırdı zira Farsça yazan bir Türktür.

Pontus sözcüğü de Yunanca deniz ya da nehir için kullanılırdı. Pontuslar İyonya kökenli bir halk olup Pers istilalarından bıkınca Kuzeydoğu'ya yani bugünkü Trabzon ilinin civarına göç etmiş halkların genelini ifade etmek için kullanılırdı. Lazlardan yani Kafkaslardan gelen halklardan hem fizyolojik olarak hem de dilleri itibariyle farklıydılar. Zamanla Bizans adıyla da anılan Doğu Roma İmparatorluğunun sonraki resmi dini olacak olan Ortodoks inancının parçası haline geldiler ve Pagan inanışlarını bu dinin içine ithal ettiler.

Anadolu'ya Türk akınları başlayınca kendilerini büyük ölçüde korumayı başardılar zira güçlü bir sosyal dayanışma ağları, kilise örgütlenmeleri ve en önemlisi de Türkler'de olmayan yazılı kültürleri vardı. Bu iddiayı Ermeniler ya da Süryaniler gibi diğer Hristiyan cemaatler için de devam ettirebilirim.

Anadolu'da Türkler gelmeden önce onlarca kavim yaşamıştı ve yaşıyordu. Türkler o mirasın üstüne geldiler, boş araziye değil. Evlilik yoluyla birbirleriyle karıştılar, asimile oldular, asimile ettiler, ortaklaştılar ve ayrıştılar. Türklük de sanıldığı gibi Müslümanlığa eşit değildir. Yahudi olan Hazar Türkleri ya da Ortodoks Hristiyan olan Karaman Türkleri bu genellemeyi yıkan güzel istisnalardır.

Ne Rum olmak kötü bir şeydir, ne Ermeni olmak, ne Pontus olmak ne de Yahudi olmak. Türk ya da Müslüman olmak da sizi öylece üstün kılan etiketler değildir. Bunlar sizin seçimimiz dışında belirlenmiş, size verilmiş statülerinizdir. Sizi olduğunuzdan iyi de yapmazlar kötü de.

Geleneksel toplumlar atfedilmiş ya da verilmiş statüler denen ve ırk, soy, etnik köken ya da din gibi niteliklerle gereğinden fazla uğraşmalarıyla ayırt edilirler. Geleneksel-olmayan toplumlar ise size sizin dışınızdaki kaynaklardan yüklenmiş, seçmediğiniz özelliklerinizle değil, kendi istek ve iradenizle elde ettiğiniz niteliklerinizle ilgilenirler.

Özetle sevgili Orta Dünya Halkları; Bir toplumun gücü icat edilmiş kökenlerden çok geleceği birlikte yaşama arzusundan gelir. Seçiminizden başka bir kederiniz yoktur.