25 Mart 2020 Çarşamba

Kadercilik: Modern bir dindarlık olarak komplo teorileri

Velev ki dünyayı 6 aile yönetiyor?
Velev ki virüsler laboratuvar ortamında geliştirildi?
Velev ki ilaç firmaları bizi önce hastalandırıp sonra ilacını satıyor?
Velev ki bir yerlerde Çinliler, Fransızlar ya da İsrailliler bu virüsün ilacını üretmiş halde ellerini ovuşturarak bekliyor?
Velev ki dünya üzerinde gereksiz kalabalıklar olarak görülen yaşlı nüfusuna yönelik bir yaş-kırım politikası yürütülüyor?
Velev ki öyle? Velev ki böyle?
Burada sağduyu ile iki soruya yanıt vermek gerekir:
1- Bunları bilmenin bize ne faydası var? Bu komplo teorilerinin hepsi doğru olsa bile ki hiçbirisi birer inanç olmaktan öteye gitmiyor, kanıt olarak sunulanlar bir başka inancın tortuları, bu bilgiler şu anda hayatımızda neyi düzeltir?
2- İnsanlar neden komplo teorilerine, bir sofunun dine ianadığı gibi inanır?
Sırasıyla yanıtlayayım:
1- Hiç!
2- Komplo teorilerine inanmanın gerisinde yatan güdü süvari alayının gelip bizi içinde bulunduğumuz ölümcül muharebeden kurtaracağımıza duyduğumuz ihtiyaçtır. Yani bir yerlerde ilaç vardır, yeterli piyasa oluşunca yani yeterince insan ölünce ilacı onlara istediği fiyattan satabilecek sinsi, kötücül, açgözlü de olsa bir satıcı vardır. Biz de işte sağ kalırsak o ilaca ulaşıp bir biçimde bu sefil dünyada bu iğrenç hayatlarımızı sürdürmeye devam edebiliriz. Yani sorun da bizim dışımızdadır, çözümü de. Kendimizi sıkıntıya sokmamıza gerek yoktur. O zaman olan bitenden hiç etkilenmeyecek, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam edebiliriz.

Komplo teorileri aklı yavaşlatır, bizi kaderciliğe iter. Komplolara, sizin dışınızdaki güçlere, sizden bağımsız işleyen düzenlere iman etmeyin. Aklın kuşku filtresini kullanın. "Tanrı'nın Eli" deymeyecek bize, insanlar bundan sonra daha iyi olmayacak. Gökten bir mucize inmeyecek, dünya birkaç hafta içinde eski haline dönmeyecek. Sizin benim gibi sıradan insanlar olan hekimler, sağlık çalışanları, çöpçüler, market kasiyerleri, lojistikçiler, fırıncılar gibi gerçek insanlar sayesinde hayat olabildiğince devam edecek. Hepsi bu.

Komplo teorileri modern insanın metafiziğidir, kaçının.

18 Mart 2020 Çarşamba

Korona virüsü ve açık toplum bağıntısı

Piyasalar Çin'in olayı atlattığı propagandasını satış almış. Kapalı ve otoriteryan devletlerin verdiği bilgilere, yaydığı haberlere hala nasıl güvenebiliyorsunuz, anlamıyorum. Salgın haline gelmesi zaten tam da bu hesap vermemezlik ve kapalılığın sonucu. Çin, Kasım'da ilk vakayı bildiren hekime soruşturma açtı ve belki kim bilir daha neler yaptı. Salgını haber yapan gazeteciyi hapse attı. Öğrendik ki hekim koronadan ölmüş, gazeteci kim bilir ne oldu. Örtbas etmeye çalışmasalardı belki bu hale gelmeyecekti. Keza İran da öyle.

Şu ya bu ölçüde açık ve hesap verilebilir olan "Batı" toplumlarına bakın, siyasi liderler yani sorumluluk sahipleri hemen çıktı ve önlemleri açıklayıp halklarına moral destek verdi; endişelenin ama paniklemeyin dedi. Beğenin beğenmeyin, Papa bile saçmalamaktan imtina etti.

Mesela çoğunluk sanıyor ki İtalya'da devlet önlemleri geç aldı, yanlış. Gevşek İtalyanlar devletin yaptığı uyarıları, tıpkı bizim yaptığımız gibi, ciddiye almadığı için salgını diğer Avrupa devletlerine göre daha hızlı yaymayı becerdiler. Adı pek anılmayan İspanya da keza öyle.

Umut etmek istediğinizi anlayabiliyorum ama umut umutsuzluktan doğar, aklınızın bir köşesinde bulundurun bunu.

5 Mart 2020 Perşembe

Küfür niyetine..

Yalınlık iyidir ama düzlük iyi değildir. Yalınlık için bilinçli bir geri dönüş, sadeleşme gerekir.. Düz insan olumludur, hiç değilse kimseye zararı yoktur ancak kimseye zararı olmamak tek başına yeterli değildir. Zira düz insan bilinçli bir seçime binaen değil, elinden o kadarı geldiği için öyledir. Hayatı olduğundan daha iyi hale getiresi yoktur.

İnsan zaten külliyen ziyandır..

2 Mart 2020 Pazartesi

Mültecileri bile mülteci ederken..

Mültecileri bile mülteci ederken..

Atalarım mülteci değil mübadildi. 1924'de bir gece ansızın Selanik civarındaki köylerdeki evlerinden ertesi gün vapurlarla Anadolu'ya gönderilecekleri haberini almışlar. Taşıyabilecekleri az miktar eşyayla yollara dökülüp uzun ve çaresiz bir yürüyüş ve korku dolu bir deniz yolculuğundan sonra ilk önce İstanbul ardından da Samsun'a indirilmişler. Oradan da mübadelenin öteki mağdurlarından kalan yerlere yerleşmek üzere Anadolu'da kendilerine gösterilen arazi ve evlere sürülmüşler.

Geldikleri yerlerin yerel halkları tarafından dışlanmakla devam eden, Çağan Irmak filmlerinin estetize ettiği türden bir yokluk, yoksunluk, çaresizlik, ihmal ve iğfal edilmişlik hali yaşamışlar.
Çoğu nasıl olsa geri döneriz diye gelmiş onca yolu, dönememek fikri pek kabul görmemiş zihinlerinde.

Ölüp giderken bile ağızlarında evleri, köyleri, Rum komşularının adları vardı. Belki açık bir nefretle karşılanmadılar ama farklı oldukları her zaman hissettirildi. 'Rum'lukları, 'dönme'likleri, 'gavur'lukları her daim içten içe hissettirildi. Sonraki kuşaklar belki bazı açılardan rahat ettiler ama yurtsuz, yuvasız, topraksız olmanın, sürgün olmanın bedelini de hep ödediler. Daha da önemlisi başkalarının, hadi açık söyleyelim, siyasilerin yaptıkları seçimlerin bedelini ödediler.

Diyeceğim o ki sevgili Orta Dünya halkları, elinizde başka halkların çocuklarının kanı olmasın. Neticede nefretin büyüğü vicdanın küçüğünün eseridir.