Bir süredir aklının başında olduğu konusunda şüphelerimin az olduğu bazı kanaat önderlerinin siyasi iktidarın gidişi (her iki anlamda da) konusunda, iktidara oy vermiş, halen oy vermekte olan ya da gelecekte de vermesi muhtemel muhafazakar, mütedeyyin kesimlere seslenip "hiç değilse artık sesinizi çıkarın" şarkısını söylediği koroyu dinliyorum. İyi niyetleri içimi umutla dolduruyor ama içimin bir başka yerinden bir gölge "o iş yaş" diye fısıldıyor. Neden mi? Buy'run sizle bir anımı paylaşayım:
Demokrasi ve İnsan Hakları dersinde bir meslektaşım bireyin topluma karşı sorumlulukları konusunu ele alırken konu dönüp dolaşıp evlat edinme meselesine gelmiş. Batı'da, mesela Hollywood ünlüleri gibi toplumun gözü önündeki figürlerin evlat edinmelerinin insanlara olumlu örnek oluşturması, bizde evlat edinme gibi davranışların azlığı gibi konulardan söz etmişler. Hem kendisinin hem de ailesinin dindarlığından zerrece şüphe duymayacağımız bir kız öğrenci, eğer koşulları uygun olursa ve eşi de isterse, kendi biyolojik çocuğu olsa da bir erkek çocuğu evlat edinebileceğini söylemiş. Arkadaşım safça neden özellikle erkek çocuk isteyeceğini, erkek çocukları daha mı çok sevdiğini sormuş. Öğrenci de İslam tarihinden, İslam fıkhından deliller getirerek arkadaşımın başından aşağı kaynar sular dökülmesine neden olacak bir açıklama yapmış: evlatlık kız çocuğun üvey babasıyla nikah düştüğünü, kocasının evlatlık alarak büyüttüğü kızını kendi üstüne kuma ya da kendi ölümünden sonra eş olarak almasını istemediğini belirtmiş.
Bu örnek üzerinde sonradan olabildiğince soğuk kanlılıkla, etraflıca tartıştık. Evleneceği erkeğin evlat edineceği kızla evlenmesi ihtimalini son derece olağan bir şey olarak peşinen kabullenmiş henüz 14-15 yaşındaki bir kız çocuğunun, o kızın geldiği muhafazakar-mütedeyyin geleneği, bu geleneğin oluşturduğu gittikçe genişleyen hastalıklı çeperi ve bu hastalıklı çeperle temas etmeme imkanı çoktandır kalmamış sağ duyulu, akılcı, ortalama insanların çaresizlik ve açmazını düşündük. Tabii ki bir yere varamadık, kendi halimize üzüldük.
Benzer biçimde Türkiye'de yaşamak zorunda kalan, çoğu Suriyeli sığınmacılar ve onların yaşadığı, haberlere kon olmuş olayları düşündüm. Kayıt dışı bir biçimde yaşadıkları başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerin kenar mahallelerinde oluşturdukları gettolarda maruz kaldıkları nefret suçlarına ilişkin haberleri hatırladım. Tecavüz edilip başı taşla ezilerek öldürülmüş 8 aylık hamile Suriyeli kadın geldi aklıma. Beyoğlu'nun arka sokaklarında fuhuşa zorlanan küçük çocuk haberleri ya da. Esenyurt'ta evleri taşlanan çoğu Afrika kıtasındaki ülkelerden gelen kaçak göçmenlerin göz yaşları mesela. Bu olayların ortak yönü, seçmen kitlesinin büyük bölümünün mevcut iktidara oy verdiği, dindarlık ve muhafazalarlıklarıyla övünen insanların oturduğu yerleşimlerde olmasıydı.
Son birkaç gündür de seçmenin %80'inin mevcut iktidara oy verdiği, gelecek seçimde de gene bu aranda oy vermeye devam edeceğinden zerrece şüphemin olmadığı Rize'ye bağlı İkizdere İşkencederesi mevkiinde jandarma ve kolinlimakcengiz holdingin iş makinalarına karşı kahramanca (!) direnen Karadenizli köylüleri de benzer bir ümitsizlikle izliyorum. Oraya o taş ocağının açılmasına tabii ki engel olamayacaklar, tıpkı diğer doğa talanlarına engel olamamış diğer köylüler gibi. Ve gene gidip sonraki seçimde mevcut iktidara, sanki bunlar hiç olmamış gibi oy verecekler.
Sokak röportajlarında pahalılık, işsizlik, çocuklarının uzaktan eğitim imkanlarından yoksun olması gibi konulardan şikayet edip edip finalde gelecek seçimde oyunu düzenin değişmemesinden yana kullanacağını ağzından köpükler saçarak söyleyen esnaf, ev kadını, işsiz ya da emekliler de kafamda aynı kategorinin içine rahatlıkla sığıyor. Sözcük dağarcıkları, söylemleri, giyimler, velhasıl kelam tüm var oluşları "ben muhafazakar ve dindarım" diyor.
Ünsal Ünlü, Ruşen Çakır ya da Levent Gültekin gibi fikirlerini ilgiyle -ama asla her zaman onaylayarak değil- izlediğim figürlerin arada bir iktidara oy veren seçmenlerin vicdanlarına seslenmelerini müstehzi gülümsemelerle dinlerken aklıma hep yukarıdakilere benzer deneyimlerim geliyor. Her ne kadar Abdurrahman Dilipak, Mehmet Metiner ya da Abdurrahman Boynukalın'ın bu kesim içinde çok küçük bir kitleyi temsil etmekle birlikte en çok yaygara koparanlar olduğu biçimindeki iddialarına katılsam da beni asıl ürküten geri kalan mütedeyyin - muhafazakar çoğunluğun sessizliği. Onlar, Churchill'in ifadesiyle, yangınla itfaiye arasında tarafsız kalıyorlar.
Vicdanlı dinler dilerim, Orta Dünya'nın mütedeyyin - muhafazakar halkları.
Bu yazınızı anlama yetisi olan bence herkes okumalı.
YanıtlaSil