Dünyaya karşı bakış açımızı belirleyen şey, düşüncelerimiz değil duygularımızdır.
Siyasi görüşümüz, sandığımız gibi, entelektüel-bilişsel değil, duygusal-fizyolojik-kimyasal süreçlerle oluşur. C. G. Jung, belli kişilik eğilimleri olan insanların belli siyasi görüşleri benimsemiş olmasının tesadüf değil, belirlenim olduğunu söyler. Sonra gider o eğilime uygun bir siyasi görüş benimseriz.
Başarılı (!) politikacılar, bizim fikirlerinizi değil, duygularımızı yönlendirenlerdir. Bu nedenle sıklıkla öfke, kızgınlık, umutsuzluk, korku, nefret, kin gibi olumsuz duyguları tetikleyen söylemleri benimser, toplumsal sınıflar arasında bu türden duyarlılıkları kaşıyan girişimlerde bulunurlar.
İnsanların birbirine karşı duyduğu olumsuz duygular ne kadar yoğunsa, yönlendirilmeleri de aynı ölçüde kolay olur.
Hitler mitinglerini akşam saatlerinde, insanların en yorgun, hüzünlü ve etkilenmeye açık olduğu zamanlarda yapardı. Duygusal bir kitleyi yönetmek, düşünen bir kitleyi yönetmekten kolaydır. Kimden nefret ettiğiniz, korktuğunuz ya da kime karşı kin duyduğunuza bir kere daha bakınız. Orada başka bir şeyin hayaletinin dolaştığını göreceksiniz.
Duyguyla değil, akılla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder