29 Ekim 2017 Pazar

İyi gelen şeyler..

Bize iyi gelen şeyler vardır.. Bazen insanlar, bazen mekanlar, bazen konuşmalar bazen konuşmamalar, bazen deneyimler..
Neyin iyi geldiği tamamen kişisel tarihimiz, deneyimimiz, ihtiyaçlarımızla ilintilidir.. Bu nedenle değişkendir.. Bana iyi gelenler, bir başkasının iyiliğine olmayabilir.. Hatta bana bugün iyi gelenler, günün birinde iyi gelmeyebilir.. Mutlak bir "iyi" kodeksimizden çok, ihtiyaçlara göre oluşturulan bir alışveriş listesine benzeyen "iyi gelenler" listemiz vardır.. Günün koşullarına göre günceller; bütçemiz, kapasitemiz ya da lüksümüze göre eklemeler, çıkarmalar yaparız...
Bununla birlikte "iyi gelme" halinin iki yönlü işlediğinin unutulmaması gerekir; iyi gelenler ve iyi geldiğini zannettiklerimiz. Gerçekten iyi gelen şeylere, rahatlama, huzur ya da buna benzeyen olumlu haller eşlik eder.. Ancak bu eşlikçilere bakıp yanılmamak gerekir zira tiryaki için sigara, bağımlı için uyuşturucunun yarattığı iyilik halleri de yanıltıcı eşlikçilerdir.. Sonrası sıkıntılıdır; her defasında katlanarak artan bir zaafa dönüşürler.. 
Gerçek bir iyi gelme hali, kanaatimce, rahatı bozduktan, karıştırdıktan, hatta sıkıntı yarattıktan sonra geliştiren, sağıltan, düzenleyen bir süreçtir.. Kendimiz hakkında en doğru bilgileri, bize sahte bir nezaketle davrananlardan değil, yeri geldiğinde kırıp dökenlerden öğreniriz.. Bizi kötülüğü dokunanlar, her zaman kötüler olmaz.. Tabii ki iyiler de her zaman iyiliğimizle sonuçlanan katkılar sağlamaz.. 
Israrla reddettiğiniz, kabul etmek istemediğiniz, rahatınızı bozan şeylere bir kere daha dikkatlice bakın.. Belki de asıl iyi gelenler, şeytanlarımızla yüzleşmemizi sağlayacak olan reddetiklerimizin gölgelerinde ikamet etmektedir..  

22 Ekim 2017 Pazar

Savaş Tanrısı'nın iki oğlu..

Güneşe en yakın 4. gezegen olar Mars ya da diğer ismiyle Ares, Yunan mitolojisinde Savaş Tanrısının evi olarak onurlandırılmıştır.. Astroloji ve astronomi arasındaki büyük farkı unutmayarak, gökyüzüne gözlerini dikip evrenin sınırlarıını emrak etmiş atalar ve analarımıza selam olsun.. 

Phobos (panik, korku) ve Deimos'a (terör, dehşet) adı verilen iki uydusu astronom Asaph Hall tarafından 1877'de keşfedilmiştir..Yuna Mitolojisine göre Phobos ve Deimos, Mars'ın (Ares) Venüs'ten (Afrodit) dünyaya gelen iki oğlunun adıdır..Astronom Hall isteseydi, bu tarihi keşfe kendisinin, karısının ya da köpeğinin adını verebilirdi ama öyle yapmadı..İşi ya da ilgisinin dışında, mesela mitoloji gibi işe yaramaz konularda da bilgi sahibi olan bir insana yakışanı yaptı ve uydulara, hakettikleri romantik adları verme inceliğini gösterdi..

Astronom Hall ve onun gibiler, bana, sadece işini bilen ya da onunla ilgilenen, bunun dışındaki konulardan habersiz olanların, aslında hiçbir şey bilmediklerini anımsatır.. Tek bir şey bilen, hiçbir şey bilmemektedir.. 

Resimde, üstte Phobos ve altta kardeşi Deimos

21 Ekim 2017 Cumartesi

Gittiğiniz yere kendinizi götürmeyin..

Kinikler, felsefe tarihi içinde en sevdiğim figürlerin başında gelir, Sinoplu Diogenes ise, Kinikler içinde özel bir yere sahip bir isimdir. Hayatı hakkında en bilinen rivayet, kendisinden bir isteği olup olmadığını soran Büyük İskender'e "güneşimi engelliyorsun" demesidir. 

Benim tekrarlamayı en sevdiğim rivayet ise, uzun yıllar boyunca süren bir geziye çıkıp dünyayı dolaşan varlıklı bir asilzade hakkında söyledikleridir. Diogenes'e "falanca kişi yıllarca dünyayı gezdi, bir sürü insan tanıdı, bir sürü yer gördü, hiç değişmemiş, hala aynı kibirli kişi" diye yakınmışlar. "Giderken kendini de götürmüştür" demiş. 

Ne zaman hayatından şikayet eden, "her şeye sıfırdan başlasam" ya da "hayatı sil baştan yaşamak istiyorum" diyen birine rastlasam aklıma hep bu hikaye gelir. Yeni başlayacağın hayata kendinin bu halini götüreceksen, yeni hayatın seni olduğundan daha mutlu birisi yapmaya yetmeyecektir..

18 Ekim 2017 Çarşamba

#MüftülükYasasınaHayır

#MüftülükYasasınaHayır

İslam uygarlığı açısından nikah, dünyevi bir işlemdir. İki kişi arasında yapılan bir sözleşmedir ve nikahın dini bir boyutu yoktur.Yani aslında nikahın dini olanı, resmi olanı diye bir şey yoktur. Varılmak istenen evlilik birliğinin kamuoyuna duyurulması, dolayısıyla evlilikten doğan miras, mal ortaklığı, çocukların nesebinin belirlenmesi gibi hakların yasalar tarafından güvence altına alınması esastır. Nikah gayet seküler bir işlemdir, gösterilmeye çalışıldığı gibi dini bir boyutu yoktur. 

Söylendiği gibi bazı Batı ülkelerinde Kilise nikahı hala mevcuttur ama sanıldığı gibi resmi değeri olan bir uygulama değil, geleneksel bir tören olarak yapılmaktadır. Çiftler gene de belediyede resmi bir işlemi gerçekleştirmek zorundadır. Üstelik pek çok Batılı ülke yol açtığı hukuki sorunlar nedeniyle Kilise Nikahı uygulamasına son vermiştir. Nedense Müftü Nikahı savunucuları bu konuları es geçmektedir. Modern dünyada Medeni Hukuk mesleleri "mehir hakkı" ve "boş ol" ile çözülemeyecek kadar karmaşıktır.

Kaldı ki mesele nikahı kıyanın devlet memuru olması değildir. Ben de devlet memuruyum diye minareye çıkıp ezan okusam olur mu? Mesele prosedürün tıpkı nikah dairelerindeki gibi uygulanmayacak olmasıdır. Kimsenin kendini kandırma lüksü yok, özellikle kırsalda, küçük yerlerde, yanına bir kadını alan bir erkek "evlenmek istiyoruz, bu da iki şahit" deyip müftünün karşısına çıkacaktır. Müftü kadının yaşını soracak mıdır? Tabii ki hayır. Müftü adamın başka bir kadınla resmi olarak evli olup olmadığını soracak mıdır? Tabii ki hayır. Çoğu müftü parayı alacak, nikahı kıyacak, yapılması gereken nüfus kaydı kovuşturması, nikah duyurusunu askıya alınması işini yapmayacaktır. Sonra gelsin acıklı çocuk yaşta evlendirilmiş kadın hikayeleri.. Erkek şiddeti.. Mağduriyetler... Erken yaş doğumlarında yaşanan ölümler.. İntiharlar..

Anadolu kasabalarında, büyük şehirlerin kenar mahallelerinde yaşanacak mahalle baskısını hesaba katmıyorum bile. "Falancanın kızı resmi nikah istemiş, falancanın oğlu müftü nikahı istememiş" dedikodularıyla baş etmek istemeyen aileler, mahalle baskısına boyun eğecek, ne kadar dinar olduklarını gösterme yarışında birinci olmak için müftü kapısını aşındıracaktır.
Sadece şu soruyu sormak bile aydınlatıcı olacaktır: bu ülke kadınının en büyük sorunu, nikah kuyruğu beklemek midir? Öncelikle kadınlar karşı çıkmalıdır

#MüftülükYasasınaHayır

17 Ekim 2017 Salı

Akıl akıl! Gel bağırsağıma takıl!


Pek çok makul görüşe göre insanın özü yani onu o yapan şey, düşünme yetisidir. Tartışmalı bir iddia  da olsa, bu varsayım, sorumuza yanıt aramak için iyi bir kerteriz noktasıdır. Sakıncalı olan şey, akla yüklenecek anlam enflasyonudur. Zira akıl kendi başına bir değer olmaktan, saf, kristalize bir varlık alanı, her işi bilen, düzenleyen, duygularımız dahil tüm psikolojik hatta yeri geldiğinde fizyolojik gereksinimleri bile irade aracılığıyla denetleyen bir gerçeklik değildir. Akıl, sorunlarımızı çözen bir araç, araçlar üretmemizi sağlayan bir araç, dolayısıyla kendi başına bir değeri olan soyut bir varlık değil, insan varlığının bütünlüğünü koruyan bir ayar, ölçü ve ortaklaştırma zeminidir.

Aklın duyguları kontrol edebileceğine dair yaygın yanlış, ruh ve bedenin iki ayrı varlık alanı olduğuna dair yaygın yanlıştan kaynaklanır. Başımıza ne geldiyse, bu dünyayı öteki dünyadan, ruhu bedenden, aklı duygudan ayırmayı marifet sanan Platonik ve Kartezyen dualizmden geldi. Biri olmadan diğerinin de olabileceğine dair bu ayrımlar, metafizik açıdan zengin imkanlar sunan ama fizik açıdan işimizi zorlaştıran sonuçlar doğurdu. İnsan zannetti ki, alt olmadan üst, sağ olmadan sol, yazı olmadan tura mümkün olabilir. Birinin lehine diğerinden vaz geçmek, aralarındaki açıklığın yarattığı mesafe meselesine değinmeden birinin diğerini kontrol etmesi mümkün olabilir. Halbuki öyle olmadı.

Akıl bir keşif aracıdır. Duygu, sezgi, beden gibi diğer şeyleri keşfederken, kendini de keşfeden bir keşif aracıdır. Bu keşfi ilahi, uhrevi bir misyonla, doğaüstü güçlerle donatılmış bir süper kahraman edasıyla da yapmaz. Akıl, kendinden beklememiz gerektiği gibi, zemini yoklayarak adım adım, sağlam basmak için ağır ağır yürüyerek işler. Sorun şu ki, varlığının bu en önemli parçasına taparcasına hayranlık duyan insan, ona kaldırabileceğinden fazla iş yüklemiştir. Oysa akıl ne duyguyu, ne güdüyü ne fizyolojiyi ne de diğer insani gerçekleri kontrol edebildi

Sistemli diner, mitolojiler, etik öğretiler bize sık sık, aklın, iyi ve kötü arasındaki ayrımı yapabileceğini dolayısıyla da iradeyi kullanarak kolaycacık, şıppadanak iyiyi seçeceğimizi vaz ettiler. Kötülük, -Nietzsche'nin haklı olarak sorduğu gibi eğer varsa-, akılsızlığa bağlandı. Eğer insan aklını yeterince kullanabilseydi doğruyu bilir ve zorunlu olarak seçerdi. Akıl duyguları kontrol edemediği için hata yapıyorduk. İrade yeterince bilenmediği için zayıftık.. Oysa bunların hiç birisi doğru değil..
Akla çekebileceğinden fazla yük bindirdik.. Bildiğimiz çektiğimize yetmedi.. Kimi akıl kendini kendinden korumak için şalterlerini indirdi.. Kimisi de bütün kanallarını açıp dışarı taştı.. Velhasılıs kelam, akıl, akıllı olmaktan çıktı..

Aklı yeniden yuvasına çağırıp kendi içine yönlendirmek yani olan bitenin analizini yapan bir keşif aracı haline getirmek lazım.. Onun işi duyguyu, tutkuyu, insani zaafları (!) kontrol etmek değil, olana anlam getirmektir.. Sonrası zaten gelecektir..

Aklımızın aklımızın içeriklerini keşfinde hepimize iyi uçuşlar dilerim..