17 Ekim 2017 Salı

Akıl akıl! Gel bağırsağıma takıl!


Pek çok makul görüşe göre insanın özü yani onu o yapan şey, düşünme yetisidir. Tartışmalı bir iddia  da olsa, bu varsayım, sorumuza yanıt aramak için iyi bir kerteriz noktasıdır. Sakıncalı olan şey, akla yüklenecek anlam enflasyonudur. Zira akıl kendi başına bir değer olmaktan, saf, kristalize bir varlık alanı, her işi bilen, düzenleyen, duygularımız dahil tüm psikolojik hatta yeri geldiğinde fizyolojik gereksinimleri bile irade aracılığıyla denetleyen bir gerçeklik değildir. Akıl, sorunlarımızı çözen bir araç, araçlar üretmemizi sağlayan bir araç, dolayısıyla kendi başına bir değeri olan soyut bir varlık değil, insan varlığının bütünlüğünü koruyan bir ayar, ölçü ve ortaklaştırma zeminidir.

Aklın duyguları kontrol edebileceğine dair yaygın yanlış, ruh ve bedenin iki ayrı varlık alanı olduğuna dair yaygın yanlıştan kaynaklanır. Başımıza ne geldiyse, bu dünyayı öteki dünyadan, ruhu bedenden, aklı duygudan ayırmayı marifet sanan Platonik ve Kartezyen dualizmden geldi. Biri olmadan diğerinin de olabileceğine dair bu ayrımlar, metafizik açıdan zengin imkanlar sunan ama fizik açıdan işimizi zorlaştıran sonuçlar doğurdu. İnsan zannetti ki, alt olmadan üst, sağ olmadan sol, yazı olmadan tura mümkün olabilir. Birinin lehine diğerinden vaz geçmek, aralarındaki açıklığın yarattığı mesafe meselesine değinmeden birinin diğerini kontrol etmesi mümkün olabilir. Halbuki öyle olmadı.

Akıl bir keşif aracıdır. Duygu, sezgi, beden gibi diğer şeyleri keşfederken, kendini de keşfeden bir keşif aracıdır. Bu keşfi ilahi, uhrevi bir misyonla, doğaüstü güçlerle donatılmış bir süper kahraman edasıyla da yapmaz. Akıl, kendinden beklememiz gerektiği gibi, zemini yoklayarak adım adım, sağlam basmak için ağır ağır yürüyerek işler. Sorun şu ki, varlığının bu en önemli parçasına taparcasına hayranlık duyan insan, ona kaldırabileceğinden fazla iş yüklemiştir. Oysa akıl ne duyguyu, ne güdüyü ne fizyolojiyi ne de diğer insani gerçekleri kontrol edebildi

Sistemli diner, mitolojiler, etik öğretiler bize sık sık, aklın, iyi ve kötü arasındaki ayrımı yapabileceğini dolayısıyla da iradeyi kullanarak kolaycacık, şıppadanak iyiyi seçeceğimizi vaz ettiler. Kötülük, -Nietzsche'nin haklı olarak sorduğu gibi eğer varsa-, akılsızlığa bağlandı. Eğer insan aklını yeterince kullanabilseydi doğruyu bilir ve zorunlu olarak seçerdi. Akıl duyguları kontrol edemediği için hata yapıyorduk. İrade yeterince bilenmediği için zayıftık.. Oysa bunların hiç birisi doğru değil..
Akla çekebileceğinden fazla yük bindirdik.. Bildiğimiz çektiğimize yetmedi.. Kimi akıl kendini kendinden korumak için şalterlerini indirdi.. Kimisi de bütün kanallarını açıp dışarı taştı.. Velhasılıs kelam, akıl, akıllı olmaktan çıktı..

Aklı yeniden yuvasına çağırıp kendi içine yönlendirmek yani olan bitenin analizini yapan bir keşif aracı haline getirmek lazım.. Onun işi duyguyu, tutkuyu, insani zaafları (!) kontrol etmek değil, olana anlam getirmektir.. Sonrası zaten gelecektir..

Aklımızın aklımızın içeriklerini keşfinde hepimize iyi uçuşlar dilerim.. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder