28 Şubat 2018 Çarşamba

Doğa zorunluluklar alanıdır, sen seçtiğini sanırsın..

Insanlar paket programıdır; bir tarafını sevdiğiniz bir insanın sevmediğiniz bir yönü de onunla birlikte gelir; sevilen yönler sevilmeyen taraflardan beslenir.

Bir küpün üst yüzeyini isteyince, alttaki yüzeyini de seçmiş olursun; üstünü istediğin bir şeyi için 'altı kalsın' diyemezsin.

Sağı olan bir şeyin, zorunlu olarak solu da vardırvardırvardır; yön karşıtıyla tarif edilir.

Paranın yazı tarafı, tura da var olduğu için ihtimaldir; ihtimal, sınırlar içinde başka türlü de olma imkanıdır.

Her şey olması gerektiği gibi olur, gönlümüzce değil.

24 Şubat 2018 Cumartesi

Şeker Fabrikaları da o kadar şeker olmasaymış.

Çocuktum, televizyonda darbe yapıp memleketi terörden temizlediği için herkesin "Allah razı olsun" dediği Kenan Evren, Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Atatürk özentisiyle çıktığı yurt gezilerinden birinde, meydandaki kalabalığa devletin görevinin ayakkabı yapmak, balıkçılık yapmak, süt satmak, kumaş dokumak olmadığını söylüyordu.

Çocuk kulağıma nedense mantıklı gelmedi; devlet bunları yapmazsa, devletin işi nedir diye düşündüm, bulamadım. Neyse ki okuma yazma biliyordum ve babamın bakkal dükkanına gelen gündelik gazetelere ulaşma imkanım vardı.  O zamanlar memlekette,  askeri rejimin baskısına rağmen yazan gazeteciler vardı ve özelleştirmelere bazı açılardan karşı çıkılması gerektiğini yazan makaleler kaleme almışlardı. O zaman anladım ki bizimki gibi memleketlerde devlet tiksintiyle anlatılan ayakkabı, kumaş,  et, süt üretimi  yapmakla kalmamalı, üstüne çok daha fazlasını yapmalıydı. Çünkü biz o çok özenilen liberal/ kapitalist ülkelere benzemeyen bir sosyal gerçekliğe sahiptik. Şeker, demir-çelik, cam, basma, ayakkabı fabrikaları, madenler, elektrik santalleri, tersaneler, limanlar yalnızca iş gücü yaratmakla kalmayıp,  bulundukları coğrafyada sosyal bir dönüşüm de sağlardı. Lojmanlar, okullar, sportif ve kültürel tesisler sadece kurum çalışanlarına yarar sağlamakla kalmaz, civarda yaşayan yerli halka da yeni ufuklar açardı.

Yapılan ilk serbest (!) seçimlerle iktidara  gelen Turgut Özal hükümetinin ilk icraatları özelleştirme oldu; köprüleri, barajları, limanları,  ne buldularsa sattılar. 24 Ocak Kararları diye bilinen ekonomik felaketimizin uygulanması, halkın oylarıyla kabul edilerek yürürlüğe girdi. Sonraki iktidarlar da katlanan bir iştahla ne buldularsa satmaya devam etti.

Darbenin üzerinden 38, ilk özelleştirme uygulamalarının başlamasının üzerinden 35 sene geçti. Sosyal medyada hala köy okullarına kırtasiye giyim ve ayakkabı yardımı kampanyaları düzenleniyor. Elini evladının meteor damına diklemesine konan roket yaptığı çağda, senin çocuklarının ayağında ayakkabı yoksa, devlet ayakkabı üretmelidir. Elin evladının laboratuvarda yapay kan ürettiği dünyada, senin çocukları açlıktan ölüyorsa devlet şeker, et, süt üretmelidir. Elin evladının topraksız tarım yapmaya başladığı çağda senin çocukların sobalı okullarda titreyerek eğitim görüyorsa, devlet kömür çıkarmalıdır.
Büyük devlet, kalabalığın boş gürültüsünün şiddetiyle değil, eşitsizliğe maruz kalan yurttaşına ulaştığı kadarıyla büyüktür.

22 Şubat 2018 Perşembe

Zina ve istismar neden aynı torbaya girmez? İstismar, tecavüz, taciz, iktidar ve daha bir sürü kafa karışıklığı üzerine..


İnsanlar kavramlarla düşünür ve kavramlar zihnimizde bulunan nesnelere verdiğimiz ortak adlardır. İletişimin gizil öncülü, kavramların tüm özneler tarafından aynı biçimde anlaşıldığı varsayımıdır. Bu nedenle yazılı ya da sözlü ifadelerde kullanılan kavramların anlamlarının baştan açık ve seçik olarak tanımlanması, düşünce ve bilgi akışının “upuygun” olması açısından büyük bir önem taşır.
TDK sözlüğü zina’yı, “evli bir erkek ya da kadının, eşinden başka biriyle kendi isteğiyle kurduğu cinsel ilişki” olarak tanımlamaktadır. Aynı sözlük istismar kavramını “1. birinin iyi niyetini kötüye kullanma. 2. sömürme” olarak tanımlamıştır. Taciz sözcüğü de Arapça acz, çaresizlik kökünden gelir ve “canını sıkma, tedirgin etme, rahatsızlık verme” anlamını taşımaktadır. Demek ki zina ile istismar ve taciz, aynı kategoride değerlendirilmesi mümkün olmayan ciddi kavramsal ayrımlara sahiptir.

Medeni ilkeler ve insanlık onuru konusunda Gobi çölünü aratmayan, muhafazakarlık ve gelenekselcilikle -sanki bir marifetmiş gibi övünen- toplumumuz, içinde bulunduğumuz Batı Asya-Doğu Akdeniz coğrafyasına layık pozisyonunu gittikçe sağlamlamaktadır. Kısa adı İMDAT olan Şiddeti Önleme ve Rehabilitasyon Derneğinin adli tıp verilerinden elde ettiği sonuçları yayınladığı 2016 yılı raporu, son 10 yılda çocuklara yönelik taciz/istismar/tecavüz davalarında %700’lük bir artış olduğunu, daha açık ifade edilecek olursa son 10 yılda 7 kat arttığını gösteriyor. İşin bir diğer acı yanı, taciz suçlamalarının aynı zamanda büyük ölçüde ensest olayları olması yani çocukların genellikle aile içinde 1. Ve 2. Derece akrabalar ve hemen ardından da başta öğretmenler ve din görevlileri gibi çocuklarla doğrudan ilişki içinde olan yakınlara yöneltilmiş olması. Bunların sadece adli düzleme yansımış olaylar olduğunu, gerçeğin bundan çok daha fazla olduğunu da hatırlatmakta yarar var. Konuyu dağıtma riskini göze almamak için, kadına yönelik şiddetin de benzer boyutları olduğuna sadece değinip geçmekle yetiniyorum. Demek ki neymiş? Muhafazakarlaşmanın artması, o çok övündüğümüz Türk aile yapısını korumamakta, aksine çocuklar en çok güvenmeleri gereken kimseler olan aile bireyleri ve öğretmenlerinin saldırısına açık hale gelmişlerdir.

Lafı dolaştırmadan, ortadan, sosyal medya üzerinde arada bir köpürtülen “çocuk tacizcilerine ya da tecavüzcülere idam isterük” kampanyalarının samimiyetten uzak olduğunu saplamak isterim. Siyasal iktidarlar, böylesi hassas konulardaki idam taleplerini seçimler öncesinde bilerek ve isteyerek köpürtür, bundan da oy devşirmeye çalışırlar. O idam yasaları asla çıkmaz, bir başka seçim öncesinde yeniden ısıtılmak üzere rafa konurlar. İyi ki de olmaz zira duygularıyla hareket eden ahmak halklar bilmezler ki idamın uygulandığı bu ülkelerin çoğunda, tecavüzcüler ya da tacizciler değil, “kuyruk salladıkları için” mağdurlar idam edilmektedir. Kaldı ki idamın yasal olduğu ve bizim de büyük bir gayretkeşlikle dahil olmaya çalıştığımız 3. Dünya ülkeleri, aynı zamanda çocuk ve kadına yönelik erkek şiddetinin de en yoğun yaşandığı coğrafyalardır. Buna karşılık idamı yasalarından çıkartmış müreffeh Batı toplumları, kadın ve çocuğa yönelik erkek şiddetinin de -bitmesi asla mümkün değildir ama- en az yaşandığı toplumlardır. Demek ki mesele sahip olunan dini inançlar, muhafazakâr ahlak kuralları ya da idamın mevcudiyeti ile değil, parçası olduğunuz toplumun benimsediği hukuksal değerler, bireysel ahlak ve belli ölçüde de ekonomik güçle ilgilidir.  

Tüm bu hengâme içinde ortaya atılan zina konusunun nereden çıktığı meselesine gelince, sürekli övünülen “yaşam biçimine karışmama” ilkesinin bir başka şık tezahürü olarak, gündem değiştirme manevrasının zorunluluğundan ortaya çıktığını rahatlıkla söyleyebilirim. Popülist iktidarların başarısı, sorun çözmek değil, gündemi maniple etme başarısından yatmaktadır; gelsin oylar. Baştaki tanımda erdiğim gibi, zina yetişkinler, yani akli yetileri yaptığı eylemi fark etmesine yeten insanlar arasından yaşanıyorsa, bu olsa olsa bir ihanet yani ahlak meselesidir ve çiftlerin kişisel alanında kalmalıdır. Kaldı ki bir boşanma nedeni olacaksa, hukuk, mağdur tarafın tazminat almasına imkân tanımaktadır. Oysa çocuklara yönelik taciz ya da istismar olayları eşitler arasında etik bir seçim değil, bir tarafın açıkça mağdur olduğu bir kötülük halidir. “Küçüğü rızası” ifadesi tam bir skandaldır ve bu skandala ortak olan herkes, en az istismarcı kadar suçludur. Rıza bir eşitlik gerektirir oysa bir çocuğun kendisi üzerinde açıkça gücü olan bir yetişkine karşı rızasının olması söz konusu değildir.

O zaman neden bu hassasiyet kaşınmış, neden zina ve istismar gibi sanki cinsellikmiş gibi görünen ama aslında birisi açıkça öyle olmayan iki kavram birbirine eşlenerek birlikte anılmıştır? Mesele iktidarın varlık sebebi, kendini var etme koşullarını sertleştirerek konumunu koruma ihtiyacıdır. Zina cinsellikle ilgilidir oysa tecavüz, taciz ya da istismar cinsellik değil hakimiyetle yani mülkiyetle ilgilidir. Hemen belirtmeliyim ki burada iktidardan kastım şu ya da bu siyasi parti değil, onları da egemenliği altında bulunduran, belirleyen ve yönlendiren yönetme arzusudur. Sanılıyorsa ki “sol” bir parti yönetime gelse bu işler azalacak, sanılmasın. Zira bizde sol da sol değildir; sol, sağ değerlerin sola yatık yaldızlı harflerle yazılmış halinden ibarettir. Mesela “kızlı-erkekli aynı evde kalıyorlar” tartışmasında nedense kentli, üst-orta sınıf, ulusalcı- Atatürkçü olmakla övünen eğitimli aileler pek de itiraz etmemişlerdi.

Burada kastedilen iktidar, erkek iktidarıdır ve bu iktidarın neredeyse yarısı da kadınlar tarafından şekillenmektedir. Nereden biliyoruz? Erkeğin kadın -ve tabii çocuk- üzerindeki iktidarını destekleyen eril dilin, eril eylemlerin kadınlar tarafından da desteklendiği örneklerden biliyoruz: kendisinden boşanmak isteyen ağabeyi tarafından katledilen kadının davasında, kocanın kız kardeşi “aslan ağabeyim, arkandayız!” diye bağırmış, yengesinin “namus” adına katledilmiş olmasını, bir kadın olarak kutsamıştı.

Kadına ve çocuğa yönelik şiddet, istismar, taciz ve tecavüz olayları idamla çözülemez dememin sebebi de bu çözümlememle ilgilidir. Asıl yapılması gereken, bu olayların katlanarak artmasına neden olan zihinsel, hukuksal, toplumsal ve ekonomik iklimin koşullarının dönüştürülmesidir. Bu da siyasal iktidar önderliğinde, muhalefeti de dahil ederek, toplumun rasyonel bileşenlerinin -hukuk, eğitim, sağlık- ve belki biraz da ama çok değil biraz duygusal bileşenlerinin iş birliğinden geçmektedir. Ancak anlaşılan o ki ne mevcut siyasal yapının ne de toplumun rasyonel bileşenlerinin böyle bir niyeti yoktur. Çünkü mesela Ensar Vakfı Karaman ya da Aladağ yurt yangını ya da Pozantı Cezaevi olaylarıyla yüzleşmemiş bir iktidarın söyleyeceği pek fazla samimi cümle yoktur. Önce üstlerine sıçramış kan ve isi temizlemeleri gerekmektedir.

Haaaa, bir de toplumda ciddi bir sayı oluşturan ve çoğu muhafazakâr partilerin seçmeni olan birden fazla “eşi” olan erkekler konusu var ki, zina yasağının daha torbadan çıkmadan elde patlamasına neden olacaktır. Onlar da zinacı mıdır? Öyleyse çapkınlar sık sık bir imam önünde ellerini kavuşturarak sorunu çözebileceklerdir, kendinizi serin tutun.

Ez cümle Orta Dünya Halkları, çocuklar ve kadınların erkeklerin malı, mülkü olduğunu düşünülmesine, bu nedenle de gücü elinde bulunduran erkeklerin kadınlar ve çocuklara canlarının istediğini yapabileceğine inanılmasına neden olan bataklığın kurutulması gerekmektedir. Bu sadece kadınlar ve çocukların işine yaramayacak, ereklerin kendilerine biçilmiş sahte rolleri oynamak zorunda kalmak yerine gerçek güçlerini gerçek işler için kullanmalarına imkân verecektir. Erkeğin dahil olmadığı bir kadın ve çocuk hareketinin yürümeyeceği gibi, kadın ve çocukların idam çözümlerle korunmaya (!) çalışıldığı bir süreç de şiddet sarmalını dolaştırmaktan başka işe yaramayacaktır.