İnsanlar kavramlarla düşünür ve kavramlar zihnimizde bulunan
nesnelere verdiğimiz ortak adlardır. İletişimin gizil öncülü, kavramların tüm özneler
tarafından aynı biçimde anlaşıldığı varsayımıdır. Bu nedenle yazılı ya da sözlü
ifadelerde kullanılan kavramların anlamlarının baştan açık ve seçik olarak
tanımlanması, düşünce ve bilgi akışının “upuygun” olması açısından büyük bir
önem taşır.
TDK sözlüğü zina’yı, “evli bir erkek ya da kadının,
eşinden başka biriyle kendi isteğiyle kurduğu cinsel ilişki” olarak
tanımlamaktadır. Aynı sözlük istismar kavramını “1. birinin iyi niyetini kötüye
kullanma. 2. sömürme” olarak tanımlamıştır. Taciz sözcüğü de Arapça
acz, çaresizlik kökünden gelir ve “canını sıkma, tedirgin etme, rahatsızlık
verme” anlamını taşımaktadır. Demek ki zina ile istismar ve taciz, aynı
kategoride değerlendirilmesi mümkün olmayan ciddi kavramsal ayrımlara sahiptir.
Medeni ilkeler ve insanlık onuru konusunda Gobi çölünü
aratmayan, muhafazakarlık ve gelenekselcilikle -sanki bir marifetmiş gibi övünen-
toplumumuz, içinde bulunduğumuz Batı Asya-Doğu Akdeniz coğrafyasına layık pozisyonunu
gittikçe sağlamlamaktadır. Kısa adı İMDAT olan Şiddeti Önleme ve Rehabilitasyon
Derneğinin adli tıp verilerinden elde ettiği sonuçları yayınladığı 2016 yılı raporu,
son 10 yılda çocuklara yönelik taciz/istismar/tecavüz davalarında %700’lük bir
artış olduğunu, daha açık ifade edilecek olursa son 10 yılda 7 kat arttığını
gösteriyor. İşin bir diğer acı yanı, taciz suçlamalarının aynı zamanda büyük
ölçüde ensest olayları olması yani çocukların genellikle aile içinde 1. Ve 2. Derece
akrabalar ve hemen ardından da başta öğretmenler ve din görevlileri gibi
çocuklarla doğrudan ilişki içinde olan yakınlara yöneltilmiş olması. Bunların
sadece adli düzleme yansımış olaylar olduğunu, gerçeğin bundan çok daha fazla
olduğunu da hatırlatmakta yarar var. Konuyu dağıtma riskini göze almamak için,
kadına yönelik şiddetin de benzer boyutları olduğuna sadece değinip geçmekle
yetiniyorum. Demek ki neymiş? Muhafazakarlaşmanın artması, o çok övündüğümüz
Türk aile yapısını korumamakta, aksine çocuklar en çok güvenmeleri gereken
kimseler olan aile bireyleri ve öğretmenlerinin saldırısına açık hale
gelmişlerdir.
Lafı dolaştırmadan, ortadan, sosyal medya üzerinde arada
bir köpürtülen “çocuk tacizcilerine ya da tecavüzcülere idam isterük” kampanyalarının
samimiyetten uzak olduğunu saplamak isterim. Siyasal iktidarlar,
böylesi hassas konulardaki idam taleplerini seçimler öncesinde bilerek ve
isteyerek köpürtür, bundan da oy devşirmeye çalışırlar. O idam yasaları asla
çıkmaz, bir başka seçim öncesinde yeniden ısıtılmak üzere rafa konurlar. İyi ki
de olmaz zira duygularıyla hareket eden ahmak halklar bilmezler ki idamın
uygulandığı bu ülkelerin çoğunda, tecavüzcüler ya da tacizciler değil, “kuyruk
salladıkları için” mağdurlar idam edilmektedir. Kaldı ki idamın yasal olduğu ve bizim
de büyük bir gayretkeşlikle dahil olmaya çalıştığımız 3. Dünya
ülkeleri, aynı zamanda çocuk ve kadına yönelik erkek şiddetinin de en yoğun
yaşandığı coğrafyalardır. Buna karşılık idamı yasalarından çıkartmış müreffeh
Batı toplumları, kadın ve çocuğa yönelik erkek şiddetinin de -bitmesi asla
mümkün değildir ama- en az yaşandığı toplumlardır. Demek ki mesele sahip olunan
dini inançlar, muhafazakâr ahlak kuralları ya da idamın mevcudiyeti ile değil,
parçası olduğunuz toplumun benimsediği hukuksal değerler, bireysel ahlak ve
belli ölçüde de ekonomik güçle ilgilidir.
Tüm bu hengâme içinde ortaya atılan zina konusunun
nereden çıktığı meselesine gelince, sürekli övünülen “yaşam biçimine karışmama”
ilkesinin bir başka şık tezahürü olarak, gündem değiştirme manevrasının
zorunluluğundan ortaya çıktığını rahatlıkla söyleyebilirim. Popülist
iktidarların başarısı, sorun çözmek değil, gündemi maniple etme başarısından
yatmaktadır; gelsin oylar. Baştaki tanımda erdiğim gibi, zina yetişkinler, yani
akli yetileri yaptığı eylemi fark etmesine yeten insanlar arasından
yaşanıyorsa, bu olsa olsa bir ihanet yani ahlak meselesidir ve çiftlerin
kişisel alanında kalmalıdır. Kaldı ki bir boşanma nedeni olacaksa, hukuk,
mağdur tarafın tazminat almasına imkân tanımaktadır. Oysa çocuklara yönelik
taciz ya da istismar olayları eşitler arasında etik bir seçim değil, bir
tarafın açıkça mağdur olduğu bir kötülük halidir. “Küçüğü rızası” ifadesi tam bir
skandaldır ve bu skandala ortak olan herkes, en az istismarcı kadar suçludur. Rıza
bir eşitlik gerektirir oysa bir çocuğun kendisi üzerinde açıkça gücü olan bir
yetişkine karşı rızasının olması söz konusu değildir.
O zaman neden bu hassasiyet kaşınmış, neden zina ve
istismar gibi sanki cinsellikmiş gibi görünen ama aslında birisi açıkça öyle
olmayan iki kavram birbirine eşlenerek birlikte anılmıştır? Mesele iktidarın
varlık sebebi, kendini var etme koşullarını sertleştirerek konumunu koruma
ihtiyacıdır. Zina cinsellikle ilgilidir oysa tecavüz, taciz ya da istismar cinsellik değil hakimiyetle yani mülkiyetle ilgilidir. Hemen belirtmeliyim ki burada iktidardan kastım şu ya da bu siyasi
parti değil, onları da egemenliği altında bulunduran, belirleyen ve yönlendiren
yönetme arzusudur. Sanılıyorsa ki “sol” bir parti yönetime gelse bu işler
azalacak, sanılmasın. Zira bizde sol da sol değildir; sol, sağ değerlerin sola
yatık yaldızlı harflerle yazılmış halinden ibarettir. Mesela “kızlı-erkekli
aynı evde kalıyorlar” tartışmasında nedense kentli, üst-orta sınıf, ulusalcı-
Atatürkçü olmakla övünen eğitimli aileler pek de itiraz etmemişlerdi.
Burada kastedilen iktidar, erkek iktidarıdır ve bu iktidarın neredeyse
yarısı da kadınlar tarafından şekillenmektedir. Nereden biliyoruz? Erkeğin
kadın -ve tabii çocuk- üzerindeki iktidarını destekleyen eril dilin, eril eylemlerin kadınlar
tarafından da desteklendiği örneklerden biliyoruz: kendisinden boşanmak isteyen
ağabeyi tarafından katledilen kadının davasında, kocanın kız kardeşi “aslan
ağabeyim, arkandayız!” diye bağırmış, yengesinin “namus” adına katledilmiş
olmasını, bir kadın olarak kutsamıştı.
Kadına ve çocuğa yönelik şiddet, istismar, taciz ve
tecavüz olayları idamla çözülemez dememin sebebi de bu çözümlememle ilgilidir.
Asıl yapılması gereken, bu olayların katlanarak artmasına neden olan zihinsel,
hukuksal, toplumsal ve ekonomik iklimin koşullarının dönüştürülmesidir. Bu da siyasal
iktidar önderliğinde, muhalefeti de dahil ederek, toplumun rasyonel bileşenlerinin
-hukuk, eğitim, sağlık- ve belki biraz da ama çok değil biraz duygusal
bileşenlerinin iş birliğinden geçmektedir. Ancak anlaşılan o ki ne mevcut
siyasal yapının ne de toplumun rasyonel bileşenlerinin böyle bir niyeti yoktur.
Çünkü mesela Ensar Vakfı Karaman ya da Aladağ yurt yangını ya da Pozantı
Cezaevi olaylarıyla yüzleşmemiş bir iktidarın söyleyeceği pek fazla samimi
cümle yoktur. Önce üstlerine sıçramış kan ve isi temizlemeleri gerekmektedir.
Haaaa, bir de toplumda ciddi bir sayı oluşturan ve çoğu muhafazakâr
partilerin seçmeni olan birden fazla “eşi” olan erkekler konusu var ki, zina
yasağının daha torbadan çıkmadan elde patlamasına neden olacaktır. Onlar da
zinacı mıdır? Öyleyse çapkınlar sık sık bir imam önünde ellerini kavuşturarak
sorunu çözebileceklerdir, kendinizi serin tutun.
Ez cümle Orta Dünya Halkları, çocuklar ve kadınların
erkeklerin malı, mülkü olduğunu düşünülmesine, bu nedenle de gücü elinde bulunduran erkeklerin
kadınlar ve çocuklara canlarının istediğini yapabileceğine inanılmasına neden
olan bataklığın kurutulması gerekmektedir. Bu sadece kadınlar ve çocukların
işine yaramayacak, ereklerin kendilerine biçilmiş sahte rolleri oynamak zorunda
kalmak yerine gerçek güçlerini gerçek işler için kullanmalarına imkân
verecektir. Erkeğin dahil olmadığı bir kadın ve çocuk hareketinin yürümeyeceği
gibi, kadın ve çocukların idam çözümlerle korunmaya (!) çalışıldığı bir süreç
de şiddet sarmalını dolaştırmaktan başka işe yaramayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder