19 Mart 2017 Pazar

Eskinin çarşılarından, bugünün AVM'leri

Eskiden ne güzel çarşılar varmış. Kasabanın ya da kentin doğal durumuna göre, şehrin inşa edilmeye başlandığı yerin merkezinde, kendini açıkça belli etmeyen ama yoğun ve ağır bir denetimin hakim olduğu çarşılar. O çarşılar arasta -Farsça bezenmiş, süslenmiş- denen ve belli bir zanaatkar ya da tüccar grubunun iş yaptığı kollardan oluşurmuş. Yani genelde tek bir iş kolunun bulunduğu çarşılar. Kumaşçılar arastası, bakırcılar arastası, kunduracılar arastası..

Modernleşmeyi bina yapmak, şehirleşmeyi beton/asfalt dökmek sayan bir şehir mimarisi hakim olduktan sonra, her yerde her türden şeyin dükkanı açıldı. Evler ve iş yerleri birbirine karıştı, büyük şehirlerin içinde kendileri de küçük birer kasabadan farkı olmayan semtler gelişti. Derken AVM enflasyonu yaşandı, bina zehirlenmesine maruz kalıp şuursuzlaştık. Büyük şehirlerde içinde gereksiz her şeyin olduğu ama aranılan hiçbir şeyin bulunmadığı, yellendiğiniz havayı tekrar tekrar soluduğunuz yapay havalandırmaları ve beyaz ışıklarıyla hep gündüzü yaşatan devasa cam ve çelik binalar yapıldı. O çarşılarda ihtiyaç duymadığımız hemen her şey var ama aradığımız hemen hiçbir şey yok.

Ben hala semt pazarlarını ve eski çarşıları seviyorum. Tezgahları karıştırmak, esnafla itişmek hoşuma gidiyor. Kentsel dönüşüm nedeniyle artan kiraları karşılayamadıkları için mahalle aralarında terzi, tuhafiye, ayakkabı tamircisi, kırtasiye kalmamasına üzülüyorum. Bir boncuk iğnesi ya da bir kuka iplik için Moda'dan Yeldeğirmeni'ne kadar sokak sokak gezmek tuhaf geliyor. Gezmeye erindiğimden değil, mahallelerde esnaf kalmamış olması ağrıma gidiyor. Esnafın kapı önüne attığı sandalyelerde oturduğu çarşıları, çay ocağından yayılan buhurun yayıldığı arastaları seviyorum.

Geçiş dönemlerinin bir türlü geçmemesi, gittikçe yorucu oluyor..






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder