"Erkekler kadınların kendilerine gülmesinden korkarlar, kadınlar ise erkeklerin kendilerini öldürmesinden."
Ramazan sonunda Anıtsayaç'a yeni isimler eklendi ve birkaç gün önce Zeynep Şenpınar adında genç bir kadın erkek arkadaşı olan milli boksör Selim Ahmet Kemaloğlu tarafından katledildi. Her iki günde bir basına yansıyan erkek şiddeti haberlerinden birisiydi. Beş gün önce de Manisa Salihli'de 17 yaşındaki Ceren Kultaş, 30 yaşındaki Şükrü Şimşek tarafından, aralarında düşmanlık olan eski kız arkadaşına benzediği için öldürülmüştü. Amaç bir başka kadını öldürmekti ama o sırada orada rastlantısal olarak bulunan gencecik bir kız hayatından olmuştu. Demek ki katil hedefini doğru teşhis etmiş olsaydı devamında yazmayı planladıklarım asıl hedef için de geçerli olacaktı.
Basının/medyanın olayları haberleştirme biçimi konuyu ele alışımızdaki sorunun birinci basamağıydı çünkü kadınların isimleri açıkça yazılırken ki yazılmaması gereken onların adlarıydı, cinayet zanlılarının adı S.A.K ve Ş.Ş olarak kısaltılmıştı. Yani basınımızın eril dili maktullerin adını yazmakta sorun görmezken zanlıların adını saklamıştı. Basının eril dilinin görünürlüğü kullanmayı pek sevdiği "kadın cinayeti" ifadesiyle de bir başka biçimde açığa çıkıyordu. Öldürülene vurgu yapan bu ifadenin esasen şiddeti uygulayan yönelmesi gerekiyordu: erkek şiddeti. Ancak ilginçtir ne zaman bu düzeltme yapılsa yani "erkek şiddeti" ifadesinin kullanılması gerekliliği ifade edilse arkadan şu itirazlar geliyor: "eee peki kadınların erkeklere uyguladığı şiddete ne diyeceksiniz?" ya da "şiddetin erkeği kadını olmaz, şiddet şiddettir canım" ya da "erkeğin de o hale gelmesinde kadının hiç mi suçu yok ?". İtirazcılara peşinen yanıt verilmelidir, evet bu erkek şiddetidir; evet şiddetin toplumsal kaynağı erkektir; erkeğin uğradığı şiddet diye bir şey varsa, bunun oranı kadının erkekten gördüğü şiddetin oran, etki ve gücü ile karşılaştırılamayacak düzeydedir; hayır şiddetin kadını erkeği vardır, insani şiddet gayet eril bir şeydir.
İlk başta haklı gibi görünen ama aslında mağdurla empati kuramayan ya da kurmak istemeyen eril paradigmanın tekrarından başka bir şey olmayan bu bu cümleler, sonrasında sıralanacak olan ve başına gelenden dolayı mağduru suçlayacak olan cümlelerin temelini inşa ederler. Çoğunlukla erkeklerin bir serzeniş gibi, sanki kadını korur ve kollar gibi, belki biraz babacan bir şefkatle akıl verirmiş gibi kurulan cümlelerdir bunlar: "kızlar da kendilerine böyle adamları nereden buluyorlar?", "o kadar düzgün adam varken böyle it kopukla düşüp kalkarsan olacağı budur", "o saatte orada ne işi varmış?"
Bu düşünüş, özünde mağdurla kurulamayan empatiye ilişkindir. Bu düşünceye sahip kadınlar kendilerinin korumalı bir alanda olduğuna, doğru davranışı, doğru yaşam biçimini seçmiş olsalar diğer kadınların da başına bunun gelmeyeceğine inanırlar. Kendisine benzemeyen bu "serbest" kadınlar başlarına geleni hak etmiştir. O kadınlar aslında nefret ettikleri kadınlardır. Kendilerinin yapamadığı her şeyi temsil etmektedirler. Aynı düşüncenin erkek tarafındaki saikler ise biraz daha farklıdır; o saik günün birinde kendilerinin de kadına şiddet uygulayabileceklerini içten içe bilmenin yarattığı boş bir güven duygusudur. Erkeklerin belki tamamı değil ama çoğu kendilerini kadınların sahibi olarak görür. Bu kadın bazen anne, abla, evlat gibi kan bağı olan kadınlardır. Bazen de başka bir erkeğin mülkü izlenimi vermeyen, "rahat", "serbest", "müsait", "hafif" kadınlardır. Kimsenin malı değilse ortalığın malıdır o zaman da ona el uzatmakta sakınca yoktur. Kadını zihninde "ana-bacı" ve "yollu" olarak ayırmış olan bu zihin için "senin anana, bacına aynısı yapılsa ne düşünürsün?" sorusunun bir karşılığı yoktur. Kadın iffetli değilse ki kendi ana/bacıları a priori olarak iffetlidir, o zaman başına geleni sonuna kadar hak etmiştir.
Cümleler her zaman "namus cinayeti" ya da "şerefimi korudum" gibi vulgar formlarda kurulmaz elbet. Bezen de bir siyasi partinin büyük şehir belediyesi meclis üyesinin ölen kadının "özgürlük düşkünü" ve "gayrimeşru yaşamı" ile hak ettiği bir ölüm hikayesi olarak haklılaştırılır. Kadının özgürlüğünden anlaşılan şey doğal olarak "erkek gibi" davranmasıdır. Erkeğe tanınmış bir ayrıcalık alanına girmek kadını ahlaksız yapmıştır. Ahlaksızlık da dini değerlerin yitirilmesine bağlanınca sorun gene dönüp dolaşıp kadının erkeğe itaat etmesi gereken bir mal olarak görüldüğü gerçeğine saplanır. Kadın cinayetlerinin politik olduğu argümanı bir kere daha doğrulanmış olur böylece. Erkek egemen toplum, erkek egemen siyaset kadına belli roller biçmiş, belli sınırlar çizmiştir. Bu rolü oynamayı reddeden, çizili sınırın dışına çıkan kadın, muhatabının gücü oranında cezasını alacaktır. Ekonomik, dini, etik ve politik iktidar da bu gerçekliği erkekler ve erkekler gibi düşünen kadınların işbirliği ile beslemeye ne yazık ki devam edecektir.
Eril iktidar yanlıları şunu unutmamalıdır ki takım elbiseler, pahallı otomobiller, yaldızlı diplomalar, kalabalık kartvizitlerin ışıltılarının bile saklayamadığı bu kara delik kendilerini de yutar. Kadınlar erkeklerin malı değildir, onlara canınızın istediği gibi davranmamayı gene o küçümsediğiniz özgür kadınlardan öğreneceksiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder