8 Aralık 2022 Perşembe

Bir toplumun tamamının ikiyüzlü olması nasıl mümkün olabilir?

Birkaç gündür, gazeteci Timur Soykan'ın Birgün gazetesinde yer alan ve tamamı mahkeme kayıtlarına dayanan, İsmailağa cemaatinin bir uzantısı olan Hiranur Vakfı başkanının, şimdi 24 yaşında olan kızını, henüz 6 yaşındayken, gene tarikatın o zamanlar 29 yaşında olan bir mensubuyla evlendirdi haberi, akıl sağlığı zorlayacak detaylarla tartışılmaya başlandı. Olayın ayrıntıları Birgün'de ve diğer basın araçlarında epeyce tartışıldı ve muhtemelen iki üç gün daha tartışılacak. Ben artık yüzleşmemiz gerken başkaca bir iki noktaya olduğunu düşünüyorum. Olayın ortaya çıkması, her şeyi bir oyun gibi yaşayan çocuğun, radyoda dinlediği bir program sayesinde aydınlanmasıyla başlıyor. Gizlice açtığı sosyal medya hesabından başka bir kadına ulaşıyor ve durumunu paylaşınca ondan aldığı tavsiyelerle, daha önce ört bas edilen adli süreçler bir kere daha başlıyor. Burada bir kere daha görüyoruz ki kadın kadının yurdudur, evidir. Kadına kadından hayır vardır.


İkinci olarak bu olay münferit değil, sadece olayın öznesi olan genç kadının durumu adli makamlara ikinci kez yansıdığı için bilinir hale geldi. Bu tarikat odaklarında buna benzer olayların binlerce kez meydana geldiğinden zerrece şüphem yok. Artık kendisini Müslüman olarak tanımlayan herkesin, "gerçek İslam bu değil" kolaycılığına kaçmadan, dini inancıyla yüzleşme vakti gelmiştir. Sünnet ya da caiz diye diye ahlaksız bir din anlayışı inşa edildi ve ortalama Müslümanlar kendilerine dokunan bir şey olmadığı için olan bitene göz yumdu. Bazısı bana "sen de hep İslam'a saldırıyorsun" diyor, haklılar. Sen ikiyüzlülük içinde yaşayıp, inancına ilişkin hakkaniyetle eleştiri yapmadığın sürece, birileri senin rahatını kaçırmaya devam edecek. Sen öz eleştirini yap ki başkasına kalmasın mütedeyyin kardeşim. 


Kendini muhafazakar olarak tanımlayan herkesin, "bunlar Müslüman, Türk olamaz" sakızını çiğnemeden, kadınlar ve çocukların erkeklerin mülkiyeti olarak kabul edildiği aile yapımızın kokuşmuş ve çürümüş olduğunu, hayatın kadınlar, çocuklar ve hayvanlar için cehennem olduğunu kabul etmesi gerekiyor. 

Mevcut iktidarın olay karşısındaki sessizliği de çok şey söylüyor bu arada. Zira iktidar ve bileşenleri için zaten bu son derece olağan bir durum. Hem dinlerinde yeri var hem de bizzat kendi hayatlarında. Bazısı çok eşli, bazısı zaten bu şekilde yani çocuklara evlendi. Hem zaten arzu ettikleri aile de kadının eğitim görmediği, çocuk doğurmak dışında bir işinin olmadığı, erkeğin mutlak hakimiyetinin olduğu bir Orta Çağ cemaati. Dolayısıyla oradan gelecek her lütuf, olaylar unutulana kadar atılan iki tivitten ibaret olacak. 


Görece seküler ya da laik olan muhaliflere gelince;  muhafazakar mahalleden gelecek üç beş oy için "aman diyim ağzımızın tadı kaçmasın, mütedeyyin seçmeni ürkütmeyelim" diye ucuz oy hesabını yaptığınız için sizin de kalıbınıza tüküreyim! İktidarların gücü kendilerinden değil, muarızının korkaklığından gelir.


Ve siz sevgili Atinalılar, nasıl bir toplum sözleşmesi inşa etmeniz gerektiğine ilişkin değil, günübirlik çıkarlara ilişkin düşüncelerinizin sığlığında boğulurken, bol bol su içmeyi, güneş kremi sürmeyi ve muhteşem Cuma indirimlerini takip etmeyi unutmayın.

7 Temmuz 2022 Perşembe

Giderlerse gitsinler, yola kalanlarla devam ederiz ya da ölsünler yahu!




Düşünen, eğitimli, sorgulayan, merak eden, itiraz eden insanlarının değerini bilmeyen toplumlar başlarına gelen her türlü felakete peşinen razı olmak zorunda kalır. Faşizm eğitimli ve nitelikli insan sevmez; her türlü entelektüel etkinliğe düşmandır. Çünkü doğası kaba ve şiddet yüklüdür.

Siyasi ve mülkî idarenin sistematik olarak başta sağlık çalışanları olmak üzere öğretmenler, subaylar ve dahi polisler gibi kamu görevlileri ya da gazeteciler, avukatlar, mühendisler, eczacılar gibi kamu adına görev yapan meslek gruplarına yönelik, sistematik aşağılama ve hor görme, küçük düşürme ve sindirme tavrı, bu faşist projenin bir ayağıdır. 

Seçmen kitlesinin eğitimsiz, kaba, vasat/vasat altı, lümpen olduğu yapılan tüm kamuoyu yoklamalarında defalarca tescillendiği mevcut iktidar, kitlesini, kendisi gibi olmayan diğer tüm kitlelere karşı sistamatik olarak bilemekte, düşmanlaştırmakta, kamplaştırmakta ve böylece birarada tutmayı başarmaktadır. Salt oy kaygısıyla başlayan bu toplumsal mühendislik, muhtemelen iktidarın da ön görmediği bir noktaya evrilmiş, hedef olarak en zayıf, savunmasız, mazeretsiz ve bahanesiz toplumsal kategorilerin başını çeken kadınlar (LGBTİ+ bireyleri ve sığınmacıları da ekleyip halkayı genişletebiliriz) ve sağlık çalışanları her bakımdan en çok kaybın yaşandığı topluluklar haline gelmiştir. 


İktidar, açık bir biçimde eğitimli meslek gruplarını, eğitimsiz, sakil, kaba, hoyrat, kötücül, bencil ve hayvani seçmen kitlesinin önüne atmakta, esasen beceriksizliği ve şeytaniliği nedeniyle kendisine yönelmesi gereken öfke ve saldırganlık duygularına karşı bu meslek gruplarını kalkan olarak kullanmakta beis görmemektedir. Saldırganlar, nasıl olsa başlarına bir şey gelmeyeceğini bilmenin özgüveniyle, durumlarda dahli olmayan, yalnızca siyasi iktidarın aldığı kötü, çarpık, bozuk ve akıl dışı kararları uygulamak zorunda kalan korumasız sağlık çalışanlarına yönelmekte zerrece sakınca görmemektedir. Yani eşeği döcemeyen semeri dövmektedir. Böylece hem seçmen kitlesinin öfkesi dindirilmekte hem de eğitimli meslek erbabına sürekli olarak hadleri bildirilmektedir. 


Kadına yönelik erkek şiddeti ve sağlık çalışanlarına yönelik hasta yakını şiddeti vakaları, sosyal medyada gündem olduğu zaman iktidar tarafından işitilmek zorunda kalınmış, birkaç taziye ve baş sağlığı mesajının ötesine gitmeyen bir samimiyetsizlikle geçiştirilmiştir. Zira sonrasında alınan hukuksal kararlar, iktidarın şiddet sorununu çözmek gibi bir niyetinin olmadığını her defasında biz acı çeken ve seçmen kitlesi olmayan çaresiz topluluğun önüne getirip koymuştur.


Uzatmak manasız, bu yaşanan şiddet fırtınasının devamı maalesef gelecek. Bir failin cezalandırılmasından daha fazlasını yani toplumsal barışı, eşitliği ve adaleti getirecek bir iktidar talep etmediğimiz sürece, böyle olacak. 


Taleplerinizi günübirlik değil ömürlük hale getireceğiniz günler dilerim sevgili Orta Dünya halkları.

1 Mayıs 2022 Pazar

Muhafazakarlık, mahalle baskısı ve kapitalizmin ve ortalama dindarların bunlarla başa çık(a)maması üzerine;



Geçen Kadir gecesi bir grup arkadaş içmeye gitmiş, içlerinden bazısı gecenin fotolarını kilitli hesaplarında, hikayede paylaşmış ve bazı gereksiz tanıdıkları da bu özel görselleri kamuya açarak kişileri, kamuoyunun önüne, sanki birer suçluymuşlar gibi atmıştır. Elemanların bazılarının Pegasus'ta çalıştığının ortaya çıkması üzerine, mahalle baskısına uğrayan koskoca komprador sermaye, sanki Ramazan'da ya da kandilde uçaklarda içki satmıyormuş gibi, hödükçe bir açıklama yapıp, elemanların iş akitlerini tek yönlü olarak sona erdirmiştir.

Kamuoyumuz, her zamanki salaklığıyla, ikiye bölünmüş ve gene her zamanki aptallığıyla asıl suçlunun Pegsus olduğunu fark bile etmeden, olayı tamamen yanlış bir alanda tartışmıştır. Neden mi? Çünkü insanlar Kadir gecesi içebilir, bu kimseyi ilgilendirmez. İnsanlar bu geceye ait anılarını sosyal medyalarında paylaşabilir, bu da kimseyi ilgilendirmez. Hatta insanlar, başka insanların kutsal saydığı değerlerle dalga da geçebilir, bu da kimseyi ilgilendirmez.  

Okuduğun yorumların çoğunda aptalca bir "ama"laştırma var ve aşağı yukarı şöyle şeyler yazılmış: canım onlar da Kadir gecesi içmeseymiş, hadi içmişler paylaşmasalarmış, kimse kimsenin dini inancıyla dalga geçemezmiş,işlerinden atılmaları da normalmiş,Pegasus doğru olanı yapmış,inanmıyorlarsa da saygı duymaları gerekiyormuş falan filan.

 Ben o yorumların hepsine topluca "nah öyle!" diyerek yanıt vereyim. İnsanlar, başka insanların kutsalına katılmak zorunda değildir. Hatta bunlarla dalga da geçebilirler, hoşunuza gitmeyecek ama evet, bu böyle. Kutsal, size aittir lakin başkasının sizin gösterdiğiniz gibi bir hürmeti göstermesi söz konusu değildir. İnanmayan hiç kimse, inanmadığı bir dine, siyasete, felsefi inanca, dogmaya ya da ideolojiye, o kavramın inananları gibi saygı göstermek zorunda değildir. Buna düşünce ve düşündüğünü ifade etme özgürlüğü denir.

Şayet kendinizi zannettiğiniz kadar demokratsanız, inancınız ne olursa olsun Kadir gecesi o içki masasında bulunanların yaşama, çalışma ve özel hayatın gizliliği haklarını korumanız ve sahip çıkmanız gerekir. "Ya tabi insanlar inanmak zorunda değildir, isterse içerler" dedikten sonra "ama başkalarının inançlarına saygı göstermek zorundadır" derseniz, 'ama'dan önceki bütün o hoşgörülü (!) tavrınız boşa düşer. Bu tam bir ikiyüzlülük, esasen kendinden olmayana karşı örtük bir bir düşmanlık tavırdır. Bizdeki muhafazakarlarının inanç özgürlüğünden anladığı işte bu hiç eleştirmeden, sorgulamadan, sanki iyi bir meziyetmiş gibi  kabul ettiği Osmanlı düzenidir. Herkes egemen kültürün üstünlüğünü kabul edip (burada Sünni İslam) kamusal alanda mutlak onların adet ve inançlarına uyacak, buna karşılık kendilerine ayrılan sınırlı ikinci sınıf teba konumunda var olabilmeleri lütfedilecektir. Dolayısıyla ateistin, deistin, gayri Muslim'in yaşayacağı inanç ve ifade özgürlüğü ancak ve ancak bu yoz muhafazakar çoğunluğun izin verdiği kadar olacaktır. 

Şayet bu ikiyüzlü tavra sahipseniz size kötü bir haberim var, bu şekilde ama'lı fakat'lı, yarım hoşgörülü fikirleriniz, çok geçmeden, tıpkı Pegasus çalışanının başına geldiği gibi, sizin de işinizden, can güvenliğinizden olmanıza neden olacaktır. Zira bunun geleceği nokta, uçaklarda Ramazan ayında içki satışına itiraz etmek, açık lokantalara, kafelere kapanmaları yönünde baskı yapmak, tekel bayilerinin kapatılmasını talep etmek, kadınların giyim tarzına müdahale etmek, kız çocukların belli bir yaştan sonra okula devam etmesini engellemek, kadınların yalnızca bakım ve temizlik gibi işlerde çalışmasına  izin vermek, mirastan kadınların aldığı payı dini kurallara uygun hale getirmek gibi çoğaltabileceğimiz onlarca başka  talebin adım adım uygulamaya geçirilmesidir. Şimdi o Pegasus çalışanlarının yanında kayıtsız şartsız durmayacaksanız, sonra ucu size dokunan bir talep geldiğinde, söyleyecek sözünüz kalmayacaktır. 

Demokrasi de şeriat da sanıldığı gibi bir liderin büyük cümleleri ve icraatlarıyla inşa edimez, bilakis sıradan insanların küçük ve önemsizmiş gibi görünen talep ve eylemleriyle inşa edilir. Ve yine demokrasi de şeriat da bir gecede gelmez, her iki yaşam tarzı da zaman içinde azar azar biriken kabullenişlerle yerleşir.Hoşgörülü değil, tahammüllü günler dilerim Orta Dünya'nın kendine demokrat halkları.