31 Ekim 2025 Cuma

12 metrelik raylar


Erkek kardeşimin en büyük çocukluk hayali demiryolu maknisti olmaktı zira çocukluğumuzun başladığı Valirahmibey mahallesinin istasyon altı sokağındaki 'partal ev'den, işittiği her tren düdüğüyle koşa koşa rayların başladığı merdivene gider ve makinistlere el sallardı. Sonradan okuduklarım, izlediklerim öğretti ki demiryolunun geçtiği kasabalarda büyümüş bazı erkek çocukları da kardeşimin bu hayalini paylaşmış. Kızların payına ne düşmüştü bu hayalden, bilmiyorum. Belki suskun bir makasçının karısı olup demiryolu lojmanında huzurlu, sakin, sabit maaşlı bir hayat? 


1860'ta Ottoman Railway Company (ORC) tarafından, Buca'da oturan Levantenlerin Alsancaktaki (o zamanki adıyla Punta) işlerine rahatça giderilmesi için inşa edilen istasyon binası artık defineye malik bir virane. 1935'te dönemin ulaştırma bakanı Ali Cetinkaya'nın imzasıyla 1.825 840 Sterline ORC'den satın alınıp kamulaştırılan hat, uzun yıllar boyunca Alsancak ve civarında işlerde çalışan, başta TEKEL işçileri olmak üzere pek çok insan hizmet etmişti. Bugün ise metruk ve yıkık. Değersizleş/tirme yolculuğumuzdan istasonlar da payını, her insan ve nesne kadar aldı tabii. 


Tren yolu hattı modern raylı sistemlerin inşasıyla birlikte iptal edildi, yerine yer altından giden metro yapılıyor. İptal edilen hat boyu Buca Belediyesi tarafından yürüyüş yolu yapıldı. Bizim payımıza da sembolik olarak bırakılmış bu birkaç metrelik ray kirişleri ve altındaki traversler düştü. Eve 30 sene sonra dönünce, evin mekan değil, insan olduğunu bir kere daha anlattı bu mukavva makasçı silueti.


William Faulkner, Bir Rahibeye Ağıt'ta "geçmiş asla ölmüş değildir. Hatta geçmiş bile değildir" yazmış. Yakındankine uzaktan da bakmak gerek. Çocukluğunuzun gözlerinden öpüyorum Orta Dünya'nın unutkanlıkla malul halkları. 

16 Ağustos 2025 Cumartesi

Şeri Şeri Leydi hukuku




Yaşı yetenler bilir, yetmeyenlere hatırlatma olsun, Necmettin Erbakan 2012'de Hakka yürüyünce, nasıl elde edinilidiği şaibeli mirası (merak edenler Bosna altınları ve Mercümek davasını gugıllayabilir) kızları Zeynep ve Elif ve oğlu Mücahit Fatih arasında ciddi bir davanın konusu olmuştu. 2012 yılı ederiyle,

1 milyon 230 bin 500 dolar değerinde döviz ve 148 kilo altın, İslam şeriatına uygun şekilde %50'si Fatih kalan %50 de iki kız kardeş arasında bölüştürülmek istendi. Lakin Zeynep ve Elif bu taksimata razı gelmedi ve laik Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerine baş vurup, Medeni Kanun'un verdiği haklarını talep ettiler. 2 yıl süren dava sonucunda mahkeme, 2014 yılında, babadan kalan mirasın çocuklar arasında eşit şekilde pay edilmesine karar verdi, dava kapandı.

 

Şimdi efendim, isteyenler tabii ki aralarında özel protokoller yapıp İslam Şeriati olduğunu zannettikleri şekilde sözleşme yapabilir. Burada iki sorun karşımıza çıkar: 1- sözleşmede karşılıklı rıza, bilhassa da kadının rızası meselesi bir sorun teşkil eder zira çoğu kadının, geleneksel aile içinde baskıya maruz kalacağından kimsenin şüphesi yoktur, herhalde. Okur yazar olmayan ya da aile baskısına maruz kalan pek çok kadın bilmeden ya da baskı altında imzalayacağı bir kağıt ile pek çok hakkını kaybedebilir. 2- Bu uygulama masum bir "Müslümanlar isterse kendi aralarında yapsın" olmaktan çıkar ve bu şekilde sözleşme yapmak istemeyen taraflar için bir kovuşturma ve cadı avına dönüşebilir. 

Siyasal İslamcıların şimdiye kadarki karnesi hile hurda ile lekelenmiş olduğu için, aklı başında kimsenin "isteyen öyle sözleşme yapsın" oyununa gelemeyeceği aşikardır. 


Siyasal İslamcıların bizdeki (kötü) örneklerinin başında gelen Erbakan'ın kızları bile Şeriat hukuku değil, Anayasa ve Medeni Kanun'un verdiği eşitlik ilkesinden yararlanmayı seçtiğini göre, kadınların toplumsal yaşamda varlık koşulları konusunda pazarlığa açık bir kapının olmadığını hepimizin anlaması gerekmektedir. 


Özgürlük ve mutluluğumuz, Siyasal İslamcı yalanlarından değil, kazanılmış hakların korunmasına dayanan hakikatlerden geçer, Orta Dünya'nın müsavatperver kadınları. 

24 Temmuz 2025 Perşembe

Ne kadar kutsalsa o kadar boştur.

 Kavramlar da aşınır. Yerli yersiz, olur olmaz kullanıla kullanıla içleri boşalır. İçleri boşaldıkça anlamsızlaşırlar. Muktedir, üstelik kendisi çok daha haince işler yaparken o kadar çok ve çeşitli özne için "vatan haini" der ki artık ihanet kavramı anlamsızlaşır. Oysa vatana ihanet, suçla sabit görülebilmesi için çok ciddi kanıtlarla desteklenmesi gereken bir hukuksal olgudur. Şimdi ise öfkelendiğinize karşı, mesela "hıyar!" ya da "dallama!" demek kadar olağan hale gelmiş alelade bir sözcük. Benzer bir durum ama ters yönden "şehit" ya da "şehitlik" kavramında da yaşanıyor. Kötü yönetim ya da ihmal sonucu ölenler için hooop "şehit oldu/lar" denilip, güya kutsal bir paye verilerek ölümler olağan hale getiriliyor. Oysa İslam gibi İbrahimî dinlerde, din uğruna ölenler için kullanılan şehitlik kavramı, oldukça dar bir terminolojide ifadesini bulur ve ölenin şehit olup olmayacağına karar verecek makam da insan değildir. 


Ölümlerin şehitlikle kutsandığı yerlerde insanlar sebepsiz yere ölür. Terör örgütünün kaçırdığı silah arkadaşlarının cenazesini aramak için mağaraya ekipmansız, tedbirsiz gönderilmiş askerler şehit midir? Yangının ortasına ekipmansız, eğitimsiz gönderilmiş orman işçileri peki? Onlara birer şehadet payesi verilip ölümleri kutsallaştırılır, böylece halkın hesap sorma mekanizmaları kutsal bir bariyerle tıkanır. 


Şii olduğu için İslam aleminin haklılığını görmezden gelmeyi seçtiği İran'ı sosyolog Ali Şeriati, "şehitlik diye sorgusuz cennete gidilecek bir makam gerçekten olsaydı, zenginler o makamı fakirlere bırakmazdı" diyerek, kutsalın siyasete nasıl da güzel alet edildiğine işaret eder. Kutsalı çok olan toplumlarda, zulüm kutsalın arkasına saklanır. 

Ölenler için "şehit" etiketini kullanmadan önce "neden öldüler?", "Sorumlusu kim?", "önlenebilir miydi?" sorularını sormak gerekir. Madende göçük altında kalanların, inşaat asansöründen yere çakılanların, mağarada metandan zehirlenenlerin, otelde yananların, ormanda yananların, tren kazasında ölenlerin, depremde enkaz altında kalanların, selde boğulanların ölümleri, şehadet olarak kutsanınca, kalanlar kendilerini "oh neyse, cennete gidecekler" diyerek rahatlatır. Siyasetçi ve din görevlilerinden kurulu kadrolar, hep bir ağızdan "Allah bize de şehadet mertebesi nasip etsin" dedikten sonra, cenaze namazının kılındığı camii 50 polis eskortuyla korundukları Maybachlar'a binerek terk ederler. Şehit (!) aileleri de bir namazlık itibarın ardından kerpiç duvarlı evlerine geri dönerler. Böylece bir sonraki acıya, felakete kadar hesap sormadan, sorgulamadan hayata akıp gider.


Kutsalı insan ve insanlık olmayan toplumlar, yok yere ölmeye devam eder. Kutsalı bol olanın zalimi eksik olmaz. Az kutsallı, bol sorgulamalı günler dilerim, Orta Dünya'nın mukaddes halkları. 



2 Mayıs 2025 Cuma

Ahlakını biyolojik temelleri: ne zaman insan olduk?

Seri katillerle ilgili bir kitap okumuştum. Oradan aklımda kalan iki bilgi var: ilki seri katillerin işe genellikle hayvanlara eziyet ederek başladıkları. İkincisi de işkence edip öldürdükleri insanları özne olarak daha doğrusu insan olarak görmedikleriydi. Yani nesne haline getirmeden, onu diğer varlıklar gibi değersizleştirmeden cinayet işleyememeleriydi. Seri katillerden bir şekilde kurtulmayı başarmış bütün kurbanlar aynı şeyi söylemişti "onunla iletişim kurdum, yani konuştum." Böylece katil için özne olan kurban, bir tür merhametle ödüllendirilmekteydi.

Nazizm döneminden sonra yapılan çalışmalar, Adolf Hitler'i yakından tanımış bütün çocuklar, özellikle SS subaylarının çocukları, Adolf amcalarını oyunbaz, neşeli, tonton bir erkek akraba olarak tanımladığını göstermiştir. Sonrasında Adolf amcalarının soykırım faaliyetlerini öğrenen pek çok insanın buna inanmayı reddetmesi de bundandır. Kedisi öldüğünde günlerce ağlayan bu adam, binlerce insanı gaz odalarına gönderirken en ufak bir tereddüt yaşamamıştır. Zira onun için başta Yahudiler olmak üzere, Ari olmayan halkların hayatları değersizdi. 

Benzer şekilde Gazze'de çocuk, kadın demeden ölüm saçan İsrail askerleri de kadim düşmanları Hitler'le aynı duyguyu paylaşmaktadır. Yani Nazizm Yahudileri de birer Nazi yapmış, Filistinliler onların gözünde birer can değil, birer nesne  olmuştur. Musevi yazar Arno Grüen'ün ünlü kitabına adını veren kavram da buradan gelir: Empatinin Yitimi. 

ABD'de George Floyd'un "nefes alamıyorum" diye yalvarmalarına rağmen, görüntüye alınmasına aldırmadan,  boğazına 7 dakika boyunca basarak öldüren polis memuru Derek Chauvin için de "o pis zenci" bir özne degildi. Tıpkı dünkü 1 Mayıs gösterilerine katılan, çoğu öğrenci olan eylemcilerin boğazına basan, ters kelepçe yapan, kasınlarına, kafalarına tekme atan polisler için, o eylemcilerin özne olmaması gibi. Çünkü ABD polisi de Türk polisi de gizil olarak bilir ki maaşını veren iktidarın onaylamadığı her varlık "öteki"dir ve "öteki" "biz"in sahip olduğu ayrıcalıklardan muaftır. 

Evrim bize kendimize benzeyene merhamet etme, yakınlık gösterme, korumacılık sergileme eğilimi vermiştir. Aynı zamanda bize benzemeyene, farklı olana eşitsiz davranma, onu yok sayma hatta ona kötülük etme eğilimi de vermiştir. Her ikisi de gayet anlaşılabilir eğilimler zira hayatta kalma ve türün devamı için avantaj sağlıyor. Ancak hayvanlardan ayrıldığımız nokta da tam burası. Evrimsel sürece mahkum kalmayıp eylemlerimizi analize tabi tutmak, iradi seçimler yapmak, fedakarlıkta bulunmak, eşitlik var saymak, "ötekine kendi türdeşimiz gibi davranmak bizi insan haline getiriyor. 

İnsanı günler dilerim, Orta Dünya'nın kuyruksuz maymun hakları. 



2 Nisan 2025 Çarşamba

"Hayır" Rosa Parks

 "Hayır" ya da dünyanın en etkili boykot sözcüğü 


Rosa Parks beyazların evlerinde hizmetcilik yapan siyahi bir ABD vatandaşıydı. İşine çoğu işçi gibi o da otobüs gibi toplu taşıma araçlarıyla gidiyordu. O yıllarda Amerika Birleşik Devletleri'nin güney eyaletlerinde siyahilerle beyazlar otobüslere ayrı kapıdan biniyor, kendilerine ayrılmış ayrı yerlere oturuyorlardı. Rosa Parks bir gün Montgomery'de otobüse bindi. O otobüste bir beyaz, beyazlara ayrılan yerde yer bulamayınca, siyahilere ait bölümde oturmakta olan Rosa Parks'tan koltuğundan kalkıp kendisine yer vermesini istedi. 14 saat çalışmış olan Parks bunu reddetti. Şoför de kalkması için uyardı ama Parks yerinden kalkmadı. Tutuklandı ve hapse girdi. Bunun üzerine 1955'de Montgomery'de başlayan protesto olayları hızla bütün Alabama eyaletine yayıldı. Parks ve destekçileri defalarca tutuklandı, kötü muamele gördü. 


Olaydan sonraki bir yıldan daha uzun bir süre boyunca siyahiler otobüslere binmediler, her yere yürüyerek gittiler. İlk başlarda otobüs firmasının sahipleri ve eyalet yetkilileri "bir kaç gün boykot ederler, sonra unuturlar" diye düşünmüştü ama öyle olmadı. Ayak tabanları su toplayıp nasır tutsa da bütün siyahiler eyleme katıldı ve uzun saatler boyu yürüdüler.

Kısa zamanda boykot çevre eyaletlere ve ülke çapında yayıldı. Pek çok beyaz da protestolara destek verdi ve en apolitik olduğu düşünülen beyaz ev kadınlarının desteği ile meşru bir harekete döndü. 

 

Protesto eylemleri bir yıl sonra meyvesini verdi. ABD Federal Mahkemesi ayrımcı uygulamayı yasakladı. Rosa Parks Alabama'da beyazlar tarafından taciz edildiği için kuzeye taşınmak zorunda kaldı. Aynı tarihlerde Alabama Valisi siyahilerin üniversiteye gitmesine de karşıydı. "Hayır" eyleminin gücünü fark eden Martin Luther King adında bir vaizin başını çektiği, giderek büyüyen hareket, 1964'te çıkarılan eşitliği güvence altına alan yasa ile başarıya ulaştı. Rosa Park bu direnişin sembolü haline geldi.


Kendisiyle yapılan bir röportajda "amacım bir insan hakları hareketi başlatmak değildi. Yaptığım eylemin bu kadar büyük tarihsel sonuçları olacağını bilmiyordum. Sadece çok yorgundum ve oturmaya devam etmek istiyord


um" dedi.

26 Ocak 2025 Pazar

Nergisleri seviniz.


Kendine âşık olanlara aldırmayıp, onların aşklarını karşılıksız bırakan çok güzel bir peri kızı (Nymphe) olan Ekho, bir gün ormanda bir avcı görür. Narkissos adındaki bu avcı çok yakışıklıdır. Ekho bu genç avcıya ilk görüşte âşık olur. Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermeyerek, peri kızının yanından uzaklaşır. Ekho bu durum karşısında günden güne erir, kara sevda ile içine kapanarak ölür.  Vücudundan arta kalan kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda 'eko' dediğimiz yankılara dönüşür. 

Olimpos dağında yaşayan tanrılar bu duruma çok kızar ve Narkissos'u cezalandırmaya karar verir. Günlerden bir gün av izindeki Narkissos susamış ve bitkin bir şekilde bir gölün kenarına gelir. Buradan su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür. O da daha önce fark edemediği bu güzellik karşısında adeta büyülenir. Yerinden kalkamaz, kendine âşık olmuştur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar sevmiştir kendi görüntüsünü . Tıpkı Ekho gibi Narkissos da günden güne erimeye başlar ve gölün kıyısında sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir. Bir an gelir suda yansıyan  görüntüsüne sarılmaya yeltenir. Suya düşüp öldüğü yerde, boynunu suya eğmiş, dünyanın en güzel kokan çiçekleri biter.
 
Psikanalitik teoride narsistik kişilik ve buna bağlı kişilik bozukluklarının anlatısı da Karaburun bölgesine ait bu Iyonya efsanesinden temellenir. 
Her narsist yankısını arar. Nergisleri seviniz.

 

21 Ocak 2025 Salı

Devlet ne işe yarar? Ya da işe yarar mı?




Ev alırken statik hesaplarına, beton kalitesine bakacağız; tatile giderken otelin yangın güvenliğine bakacağız; yemeğe gittiğimiz restoranın sahte rakı satıp satamadığı bakacağız; muayene olduğumuz hekimin diplomasının sahte olup olmadığına bakacağız; imamın sapık, öğretmenin dayakçı, polisin madde bağımlısı, bankacının hırsız olup olmadığına bakacağız. 


Beri yandan belli bir bilinç düzeyine gelmemiş bireyler ve o bireylerden müteşekkil toplumlarda, öncelikler farklı belirlenir. Günübirlik yaşayan insanlar, yöneticilerinden hizmet, adalet, eşitlik, farklılıklara saygı gibi değerler değil, geçici çıkarlarına uygun minik "iyilikler"le yetinirler. Kısa günün karı, uzun hayatın zararı olur.



O sırada devlet ne yapacak? Ona bu işleri yapması için ödediğimiz vergilerle bizi  cezanaldıracağı adliyeler, bizi cezalandırdığında koyacağı hapishaneler inşa edecek. Neden? Çünkü hesap soran, talep eden bir kitleyle değil, her şeye hüzünlenen ama hiçbir eylemde bulunmayan bir kitlenin daha fazlasını hak ettiğine dair refleksleri köreleli çok oldu.



Böyle devlet yönetmekten ne var? Gargamel iktidara gelse Şirinler köyünü bundan adil yönetirdi